27 Mart 2014 Perşembe

FETHİYE GEZİSİ 2: ÖLÜDENİZ

En çok Babadağ'dan yamaç paraşütü yapan adrenalin tutkunlarının yer aldığı fotoğraf karelerinde rastlarız Ölüdeniz'e...

Mevsimsel şartlar uygun olsa, tüm temkinli yapıma rağmen ben bile bu güzelliği gök yüzünden görebilmek için kendimi dağlardan aşağıya atabilirdim! (yanlış anlaşılmasın, tüm tedbirleri 1538 kez kontrol ettikten sonra bu işe girişirdim tabi, temkinliyim ya:)

Ölüdeniz Tabiat Parkı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın işletmesinde bulunuyor, giriş ücretli (kişi başı 6 tl ödeniyor. Otomobil 20, minibüs 35-70 ve otobüs 120-165 tl arasında değişen fiyatlarla giriş yapabiliyor)

Giriş kısmından içeriye doğru ilerledikçe "akasyalaaar açaaarkeeen" nidalarını hatırlatırcasına ağaçların arasından geçiyoruz.

Kumsala paralel olan taşlık ve ağaçlık bir yoldan ilerliyoruz...


İstanbul'da deniz gördüğünü zannedip kendini şanslı sayan biz, Fethiye'deki manzaraları gördükçe -açıkçası- kendimizi kandırılmış hissettik (evet İstanbul Boğazı çok güzel, doğru, ama buralar bambaşka... Bakir kalmış bir kere...)


26 Mart 2014 Çarşamba

FETHİYE GEZİSİ 1: AMİNTAS KAYA MEZARLARI

Bir kaç hafta önce Fethiye civarlarında 2 günlük, kısa ama oldukça verimli bir gezi yaptık.
Mart ayının ortaları Fethiye ve çevresini gezmek için oldukça güzel bir zaman bence.
Çünkü cayır cayır sıcak başınıza vurmadan, ortalık kalabalık olmadan, güzellikleri sakin sakin gezme imkanı oluyor;)

Bu geziden muhtelif yerleri bölüm bölüm yazmayı planlıyorum.
Gezi duraklarımız Ölüdeniz, mübadele döneminde boşaltılan bir Rum Köyü olan Kayaköy, Saklıkent, Carette Caretteların mekanı olan İztuzu Plajı, Dalyan (Kaunos Antik Kenti) ve Tlos olacak.

Oturduğunuz yerden gezmeyi seviyorsanız beni takip edebilirsiniz;)

------------------------------------------------------------------------------------------------------------

İlk durağımız Fethiye merkezdeki MÖ 4. yy'dan kalan, İon tarzında yapılan ve tek parça kayanın yontulmasıyla oluşturulan Amintas Kral Mezarları oldu.
Girişte sol tarafınızda aşağıda yer alan kaya mezarları dikkat çekiyor.



25 Mart 2014 Salı

"BİR TAŞTA İKİ KUŞ" MANTIĞINDAKİ MİMLER:)

Yazdıklarını severek ve ilgiyle takip ettiğim deeptone bu soruları yanıtlamasını istediği blog arkadaşlarının arasında bana da yer vermişti.
Teşekkür ederim kendisine;)
Bir taşta iki kuş misali, bir yazıda iki mim cevaplamış olacağım;)

3 SORU MİMİ

1. Neden "blog adın"?

Blogu açmamdaki ilk etken keçeden yaptığım şeyleri paylaşmaktı. Bir kaç yıl önce açtığım ama ilgilenmediğim için bir kenarda kalan blogumda, yazdığım yazılar da vardı ve ilk olarak onları ekledim bloguma. Keçeler ve bana ait yazılar... Baktım ben rahat durmayıp içeriği geniş tutacağım ve kendimce faydalı veya güzel olduğunu düşündüğüm pek çok konuya yer vereceğim, en iyisi hepsini kapsayacak bir ifade bulayım dedim ve bir dünya fikir geldi aklıma...


2. Hayat felsefeni belirleyen söz nedir?


24 Mart 2014 Pazartesi

FIRINDA MANTAR DOLMA

Şip şak tariflerin birini daha paylaşmaktan mutluluk duyarım;)

Son derece kolay, kısa sürede hazırlanan ve görünümü hoş bir yemek.

Malzemeler:

- 1 paket mantar
- Garnitür (bezelyeli, havuçlu olanlardan)
- Tereyağı
- Baharat (ben kırmızı pul biber kullandım sadece, garnitür tuzlu olduğundan tuz eklemedim)
- Kaşar peyniri
- Dere otu (fırından çıkarınca üzerini süslemek için)

Hazırlanışı:


Mantarları sap kısımlarından ayırdım, yıkadım, suyunu peçete ile aldım ve mantarları şapka kısımlarının açık ağızları üste bakacak küçük güveç kaplarına yerleştirdim (Yıkadıktan sonra mantarları bir süre bekletmeniz gerekirse, su dolu kabın içine biraz limon damlatarak bu işlemi yapmak mantarların kararmasını önlüyor bildiğiniz üzere)

Açık kalan ağız kısımlarına garnitürleri koydum.

Her mantara küçük parçalar halinde tereyağı koydum.

Üzerlerine kırmızı pul biber serptim.

Kaşarı rendeleyip bir kenara aldım.


Pişirme:

Önceden 160 derecede ısıttığım fırında 15 dakika kadar pişirdim.
Sonra fırından alıp üzerine kaşarları ilave ettim ve kaşarlar eriyip hafif kızarıncaya kadar 10 dakika daha pişirdim.
Fırından çıkınca üzerini dere otu ile süsledim.


Dikkatimi çekenler:

Güveç kaplarına aldığı kadar mantar koymuştum.
Sıkıştırarak biraz daha fazla mantar konulabilirmiş aslında. Çünkü pişip suyunu salınca tabaklarda boşluk oluşuyor;)
Güveç kapları sunum olarak oldukça hoş görünüyor göze.
Yanında bir pilav veya erişte ile güzel ikili oluşturacakları kanaatindeyim.

Siz denemiş miydiniz bu tarifi?
Farklılıklar var mıydı?

21 Mart 2014 Cuma

ÇOK BLOG OKUMAK KİTAP OKUMA ORANINI AZALTIYOR MU?

Bir kaç haftadır bu konuyu yazmak istiyordum.
Ve bugün (yeni bir yayını olduğunu gördüğümde illa ki okuduğum blog arkadaşım) deeptone'nin YAZMAK isimli yazısını gördükten sonra, tembellik yapıp yazmayı daha da ertelemeyeyim en iyisi dedim.

Blogları okuma anlamında takip etmem 1 sene 3 ay kadar evveline dayanıyor.
Blogum da yaklaşık 1 senedir yayında.
Şu ana kadar çok uzun biçimde ara verip yayın hazırlamayı aksattığım pek olmadı (tatilde olduğum zamanlar hariç).
Gün içerisinde de internete ulaşma imkanım oldukça fazla olduğu için müsait oldukça bloglara göz atma, göz atmakla yetinmeyip okuma, okumuşken şunu da bir araştırayım deyip farklı sulara yelken açma, yelkeni fazla açıp karadan çok uzaklaştığımı fark edince "yahu ben ne amaçla buralara gelmiştim?" diye kendime sorma hallerini sıkça yaşıyorum.

Bunları niye yazıyorum peki?


DOĞDUĞUM EV

Yazar: Kemalettin TUĞCU
Yayınevi: Damla Yayınevi


Evet kabul, Kemalettin Tuğcu'nun kitaplarını ilkokul çağlarında okuyorduk.
Genel itibariyle (kitap kapağındaki yüz ifadelerinden de görüldüğü üzere) iç burkan hikayeler, gözü yaşlı ve çilekeş memleketim insanları, üvey anne/baba elinde acısını içine akıtarak büyüyen çocukların hayatlarını anlatır Kemalettin Tuğcu.
Hayatımda bir günde bitirdiğim ilk kitap bu yazara aittir (Cin Ali Serisi kalınlığındaki kitaplar hariç elbette;)
Çok uzak değil, bizden bir iki nesil büyük olan insanlarda gördüğümüz nezaket "hanım teyze, bey amca, hanım kızım" gibi tabirleri kullanan kişilerin diyaloglarını okumak beni eskiye götürdü açıkçası.
80 sayfaydı, kısaydı ve biraz hüzünlüydü ama yine de hoşuma gitti kitap.
Evlatlarından kadir kıymet göremeyen, görmeye başladığında da artık çok geç olan görgülü, bilgili emektar bir doktorun hikayesini torunun ağzından dinliyoruz.
Günübirlik okuyacağınız bir kitap arıyorsanız ve biraz sakin bir ruh halindeyseniz okumanızı naçizane- öneririm.

19 Mart 2014 Çarşamba

GÜL DESENLİ KANAVİÇE

Goblen.com'dan sipariş ettiğim kanaviçe kitlerim vardı.
Öncelikle şunu belirtmeliyim, alışverişten gayet memnun kaldım.
UPS kargo ile çalıştıkları için siparişlerim ertesi gün elimdeydi, hiç problem yaşamadım.
Kitler de gayet güzel hazırlanmış.
Tüm malzemeler kitin içinde, ipler yedeği ile konmuş.


Paketin içinde hediye olarak üstüne küçük bir çiçek işlenmiş lavanta kesesi çıktı.
Çok mutlu oldum.:)

2 tane kit sipariş etmiştim.
Bir tanesi yeni açan bir güldü.
Otur kalk gel git yaparken 3 günde bitti.


Duvardaki yerini çoktan aldı bile;)

Diğer kiti de işlemeye başladım.
Ama bu model gülden biraz daha detaylı.
Düzgünce elime alıp işleme fırsatım olmadığı için tamamlanma süresi biraz uzun olacak gibi.
Gönül istiyor ki elime almışken bitirivereyim... Ama saatler az geliyor bana gün içinde, bilmem sizde durum nasıl? :(


13 Mart 2014 Perşembe

BAHARAT KOKULU HAYATLAR

Yazar: Erica Bauermeister
Yayın evi: Martı Yayıncılık


Bazı kitaplar olur ya, kapağını gördüğünde insanda önce "beni eline alıp bir bakmalısın" merakı oluşturur, sonrasında da "kapağı çok güzel ya, alayım ben bunu" hissi uyandırır, bu kitap da onlardan biri.
Gerçi ben tam olarak bu hislerle almadım.
Online alışveriş yaptığım sitede bana özel (!) indirim olan kitaplardan biriydi.
Tanışmamız bu vesile ile oldu.

Kitabın ismi hoş geliyor kulağa.
Ve isim ile içerik paralel.
Hoş bir konu seçilmiş aslında.
Aslında diyorum çünkü tam tatmin olamadım.
Neden? Çünkü çeviri tam anlamıyla kitabın içine çekemedi beni ne yazık ki.
Orijinal dilinde -öyle tahmin ediyorum ki- o sıfatlar ve betimlemeler yerine oturuyor, kelimeler kulağı ve gözü dolduruyordur.

Bir kaç örnek vereyim;

Benzin almak için durduğu kasabada bir galeri görmüştü; bol ışıklı boş bir odada üç tane beyaz taştan heykel; pürüzsüz, bembeyaz, kum tepeleri gibi duyumsal.

Duyumsal?
Bana çok soğuk geliyor böyle çeviriler...

Farklı bir örnek;
"Kışı seviyorum" dedi Helen.
Carl onun elini tutup kendine yaklaştırdı. "İyi bir şey" dedi.

Bir eksiklik var cevap cümlesinde... Cümlenin bir ögesi mi eksik? (Bu seneki üniversiteye giriş sınavında yöneltelim bu soruyu adaylara mesela;) Mesafeli bir cümle tercümesi.

Bir tane daha paylaşmadan edemeyeceğim;)

Öğle yemeğinde kavunun taze, ılık ve hava kadar yoğun etiyle birbirlerini beslediler.
Benim tepkim: ?!?...
Beslemek mi?
:)

Bu tipte cümle bozukluklarına takılan biriyseniz, okurken sizi rahatsız eden yerler olacaktır diye düşünüyorum.

Bir bölüm çok hoşuma gitti, onu da es geçmeyeyim, çevirmenin hakkını yemeyeyim.
Bir yazılım mühendisinin pilav yapma aşamalarına bakış açısından bahsediliyor.
.. İşe pirinçle başlamaya karar verdi; yalın, beyaz, öğesel ve matematiksel sadelikte: 1 ölçü pirinç+2 ölçü su= 3 ölçü pilav. Ne bir kayıp ne bir fazlalık."

Kafa karıştırmayan, net bir cümle;)

Tercüme konusunda Martı Yayıncılık biraz olumsuz bir kategoride benim için.
Aynı hissi farklı kitaplarında da yaşamıştım.
İnternetten baktığım kadarıyla, bu kitabı okuyan pek çok kişi olumlu görüş bildirmiş.
Benim bildireceklerim ise bu yönde;)

12 Mart 2014 Çarşamba

GALATA KULESİ VE RESTORANTINI GEZELİM Mİ?

Galta Kulesi'nin fotoğraflarını veya Galata Kulesi'nin seyir terasından çekilen fotoğrafları görmeyen yoktur sanırım aramızda.
Peki Galata Kulesi'nin içi nasıl?
Restorantın durumu nedir ne değildir?
Fiyatlar ve lezzet nasıldır?
Bu yazıda elimden geldiğince paylaşmaya çalışacağım.
Haydi başlayalım.


Şunu belirtelim, Galata Kulesi'ne giriş ücreti yerli ziyaretçiler için 6.5 Turkish lira symbol 8x10px.png, yabancı ziyaretçiler içinse 13 Turkish lira symbol 8x10px.png.

2013 yılı sonlarına doğru Galata Kulesi'nin işletmesi, vapur iskelelerinde ve vapurlarda bulunan kafeteryalardan aşina olduğumuz BELTUR'a verilmiş.
Bir önceki işletme döneminde Restorant kısmında fiyatlar şu ankine nazaran çok daha pahalıydı.
Şu an 10-35 Turkish lira symbol 8x10px.png arasında değişen yemek/salata/tatlılardan seçerek, mekanına göre makul bir fiyatta yemek yemeniz mümkün (üstelik yemeklerimiz gayet lezzetliydi).
Olayın bir diğer güzel yanı, Restorant kısmından rezervasyonunuzu yaptırdığınızda Kule girişindeki upuzuuun sırada beklemenize ve giriş ücreti ödemenize gerek kalmıyor.
İşletmecinin değişmesiyle birlikte mekanda alkollü içecekler kaldırılmış.

Geziye 8. katta yer alan Restorant kısmından başlayalım.

Gündüz gözüyle bir kare...


Ve yavaş yavaş hava kararır...


 Mumlar yakılır...


Ve merdivenle bir üst kata çıkılarak,


kafeterya kısmına göz atılır...


Işıkların rengine hayran olunur...


 Şimdi gelelim seyir terasından görülenlere... 

(aslında pek çok şey gördük lakin fotoğraf makinesinin ve ışıkların azizliği... En hoş kareleri paylaşmak istedim.)

Galata Meydanda karınca büyüklüğünde görülen insanlar...


Işıl ışıl haliyle Galata Köprüsü ve Yeni Cami...


 Ve Süleymaniye...


Eskinin Cibali Tütün Fabrikası (şimdinin Kadir Has Üniversitesi) ve Unkapanı Köprüsü...


Büyülü İstanbul manzaraları sona erer ve Kule'nin içinde ne var ne yok incelemeye başlanır...


Restorantın alt katında (7. kat oluyor, asansörle çıkılabilen en son kat) AVM'lerde görmeye alışkın olduğumuz, tahta kurulup Osmanlı dönemi kıyafetleriyle poz vererek fotoğraf çektirmek mümkün. O alanı fotoğraflamadım çünkü poz verenler vardı, pozlarını kamuyla paylaşmak istemeyebilirler diye düşündüm.Ama görevli beyfendi kadraja girmekten kurtulamadı maalesef;)


Merak bu ya, asansörle inmek yerine döne döne ilerleyen merdivenlerden inelim dedik.
Ve başladık türlü türlü merdivenden geçmeye...

Kırmızı halı ile başlayıp,


Mermer döşeli olanlarla devam ettik...


Bizim dışarıdan minik minik gördüğümüz pencereler gerçekten de çok küçük...


Şu loşlukta ve hoşlukta türünün ne olacağını tam kestiremediğim bir eser oluşturma hevesi geldi bir an...
(sanırım bir dörtlük yada hayata dair çok kısa bir metin olurdu tercihim:)


Tarihin loş koridorlarında ilerlememiz sona erince, ulaştık günümüze...
Sağ kısımda asansör yer alıyor, fotoğrafta çıkmamış, asansöre varmadan önce bilet alınan yer bulunuyor.
Hediyelik eşyacı da görüldüğü üzere...


Ve maalesef çıkış kapısına geliyoruz:(


Dedelerimiz bu eski Ceneviz Kalesi'ne de imzasını atmış.
Kim bilir ne yazıyor?


Bilhassa gündüzleri, hafta sonları ve tatil günleri uzun kuyrukların oluştuğu giriş merdivenlerinin ender rastlanacak boş anlarından biri...


Işıkların bana yaptığı oyun ile net çıkmayan Galata Kulesi'nin gece görünümü...


İstanbul'un bin bir türlü sıkıntısını çekiyoruz yaşarken.
Ama öyle güzellikler var ki başka hiç bir yerde bulup görüp gidemeyeceğimiz, bunları ıskalamamak lazım.
Bir fırsat bulup gidin mutlaka, inanın değer...

10 Mart 2014 Pazartesi

SEÇİM VAADİNİZ NE OLURDU?

Malumunuz seçimler yaklaştıkça bilhassa büyük şehirlerin belediye başkan adayları programlara ve mitinglere katılarak seçim vaatlerini açıklıyor.

Velev ki belediye başkanı/muhtar adayısınız.
Vaatleriniz ne olurdu?


İsterseniz konu başlığını ti'ye alarak uçuk vaatlerde bulunun,
isterseniz problem olarak gördüğünüz hususlarda çözüm önerisi sunun.
"Seçim" size kalmış;)

Cevapları merak ediyorum.

Benim vaatlerim şöyle olurdu;

Mahallede/ilçede 2 haftada bir yada ayda bir, sponsor firmaların desteği ile mevsimine göre piknik alanlarında yada kapalı mekanlarda halkın katılacağı, aynı ortamda yaşamasına rağmen birbirleriyle iletişimi olmayan insanları bir araya getirecek kahvaltı/yemek organizasyonları düzenlemek...
Sonrasında belki sanatsal bir etkinlik (film gösterimi, söyleşi, vs.)
Başımıza ne gelirse birbirimizi tam olarak anlayamadığımız ve paylaşımda bulunmadığımız için geliyor, öyle inanıyorum.

Yapılarda kaçak kat olayına kesinlikle karşı çıkardım.

Deprem gibi doğal afetlerde kullanılacak "toplanma alanlarının" en uygun şekilde kullanılmasını temin eder ve insanlara "toplanma alanı" kavramının ne olduğunu, bu alanları bilmeleri gerektiği konusunda gerekli hassasiyeti gösterirdim.
(Ki devlet kurumlarının deprem hazırlığı ile ilgili çalışmalarını öğrenme isteğim sürecinde başıma gelenleri bu yazımda uzun uzun anlatmıştım. Sabredip kaç kişi okur bilemiyorum ama acı bir tecrübe ve bir Türkiye gerçeğidir bu)

* Fotoğraf internetten alıntıdır.

7 Mart 2014 Cuma

GEYİKLİ PARK

Yazar: Sunay AKIN
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Yayınları


Uzun zaman önce okumaya başladığım, ara ara okumaya devam ettiğim ve en sonunda tamamladığım bir kitap.
Öncelikle şunu söylemek lazım; Sunay Akın çok fazla şey biliyor!
Bu kadar ilginç bilgiyi insan hafızasına nasıl alır, biriktirir, farklı olayları birbiriyle bağlayarak 1'in içinde 10'u nasıl anlatır ben çözemiyorum.
Sunay Akın geçmiş zamanda kalan olayların gerçekleştiği günlere götürüyor insanı, yada geçmiş olayları bugünle bağdaştırarak anlatıyor .
Misal; Mehmet Akif Ersoy'un evlatları hep yokluk içinde veda etmiş hayata... Bir oğlunun cenazesi (maalesef) çöp bidonun yanında bulunmuş, diğer oğlu parasızlık yüzünden tedavisini sürdüremeyip hayatını kaybettiğinde cenaze masrafları Üsküdar Belediyesince karşılanmış. Keza kızı Beyoğlu'nda oturduğu evden kirayı ödeyemediği için torunlarıyla birlikte sokağa terk edilmiş. Kahroluyor insan okurken.

Mimar Sinan'ın eseri olan ve Eyüp ilçesinde bulunan Defterdar Cami'nin minaresinde, diğer camilerde bulunan hilal yerine yazı için kullanılan hokka ve divit bulunuyormuş mesela...

Bir başka bilgi, Osman Hamdi Bey'in meşhur eseri Kaplumbağa Terbiyecisi 2 kez çizilmiş! 1906 yılında çizilen halinde 5 kaplumbağa varken 1907 yılındaki nüshada 6 kaplumbağa varmış.

1924 yılında bisiklet kategorisinde Türkiye'yi temsil için olimpiyatlara katılan fakat bisikletleri standartlara uygun olmadığı için yarışlara katılamayan  grup (ki trajomik bu hikaye aslında) içinde yer alan Cavit Cav, anatomi dersleri için bedenini bağışlamış. Ve şu anda Ankara Üniversitesi Anatomi Bilim Dalı'nda iskeleti bulunmakta ve altındaki plakette ismi yazılıymış.

1938 yılında Japonya'da inşa edilen Tokyo Cami'nde şu an Türk bayrağı dalgalanmakta ve cami Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlıymış. Sunay Akın caminin yapılma aşamasında Gazi Mustafa Kemal'in de yer aldığını belirtirken, isim vermeden tarihçi Mustafa Armağan ile konu hakkında fikir uyuşmazlığında olduğunu da belirtmiş.

İlginç bilgiler, değil mi?

Kitaptaki bazı hususlar Sunay Akın'ın televizyon programlarında bahsettiği olaylar.

Bir de sonlara doğru, kitabın çıkış tarihine yakın olması ve Gezi Parkı Olaylarının cereyan etmesiyle ile ilgili olarak bazı bölümler eklenmiş (ki kitaba adını veren bölüm de bunlardan biri).

Geniş vakitte, sakin kafayla tekrar okumam gerektiğini düşünüyorum kitabı.
Çok fazla bilgi yükledi bana, tam sindiremedim hepsini:)

6 Mart 2014 Perşembe

KİMSEYE ETMEM ŞİKAYET

Hep neşeli olmak zorunda mıyız?
Yada üretken?
Hayır.
İnsan üzülünce de üretken olabilir gerçi.
Yazabilir mesela,
ya da çizebilir.
Kim bilir Dünya Klasiklerinin ne kadarı üzgünlükler, kırgınlıklar, dargınlıklar içinde yazıldı?

Dinliyorum...
Nev: Bir Nev-i Alaturka
Yıllar sonra rastladım çocukluk sevgilime
O aşina bakışlar içimi deldi yine...
Mırıldanıyorum.
Bitince,
yenisi başlıyor:
Kimseye etmem şikayet
Ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime...
Nasıl diyor Bülent Ersoy? "Türk Sanat Muusıkıyysi" diye,
ne bileyim, fena çarpıyor insanı bazen...
Sesi geliyor Kazım Koyuncu'nun
.. En dereye dereye de al dereden taşlari
Bizden geçti sevdaluk al cebumden saçlari...

Şimdi kahve paklar beni.
Sütsüz.
Ve şekersiz...




4 Mart 2014 Salı

TEPSİ BOYAMA VE DEKUPAJ

Allah'a şükür sonunda ben de bir boyama ve dekupaj işlemi yapabildim!
Bloglara bakıp gördükçe içim gidiyor ama bir türlü malzemeleri almaya fırsat bulamadığım için erteleyip duruyordum.
Nihayet hafta sonu kolları sıvadım ve işe giriştim:)

Coca Cola'nın bir ara pek meşhur olan tepsilerinden vardı bende.
Neredeyse 7-8 senelik vardır sanırım, üstü yer yer çizilmişti, pek de kullanmıyordum.
Sahip olduğu bu avantajlarla (!) ilk boyama denemesi için aranan kurban bu talihli tepsi oldu :)


Nasıl boyadığımı uzun uzun anlatarak Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok sanırım.
Bu işin pîri olan pek çok blog yazarı var, illa ki birine denk gelmişsinizdir diye düşünüyorum.
Kısaca, tepsimi pon pon fırça yardımıyla 4 kat beyaz akrilik boya ile boyadım.
İnternetten bulduğum matruşka motiflerini A4 kağıda renkli çıktı aldım, kenarlarından kestim,temiz bir fırça yardımı ile  dekupaj tutkalıyla tepsiye yapıştırdım.


Sprey verniğim şu an olmadığı için işi şimdilik bitti:)


Sanırım çok heves edip uzun bir müddet sonucunda hedefe vardığımdan tepsiye bakmaya doyamadım vallahi:))


Lukas 4808 Titan Beyaz Akrilik Boya
Artdeco Dekupaj Tutkalı kullandım

Bu işi çok sevdim ben.
Pon pon fırça veya benim taktığım isimle ton ton fırça dünyanın en güzel icatlarından biri diye düşünüyorum.
Pıt pıt diye o boyayı yüzeye yaymak feci zevkli ve insanı rahatlatan bir şey.
İlk denememi de peçete kadar ince bir şeyle değil de A4 kağıdı ile yaptığım için de doğru bir tercihte bulunmuşum.
Zira peçete çok daha fazla dikkat gerektirecektir.
Bir de 3. resimde net görünüyor, tepsinin sağ alt tarafında ne kadar boyasam da kapatamadığım sarı bir yer kaldı nokta şeklinde.
Onun sırrını çözemedim :-/
Sebebi hakkında fikri olan varsa sevinirim;)

3 Mart 2014 Pazartesi

DOĞAL ŞEKİLDE YÜZ TEMİZLİĞİ

Hepimizin duyduğu, bazılarımızın belki de uyguladığı bir yöntem aslında bahsedeceğim.
Ve yine biliyorum ki pek çok kişi gerek kokusu gerekse halk arasında "hacı / hoca / cami kokusu" gibi benzetmelerle ve kalitesiz olanlarıyla karşılaştığı için hoşlanmaz gül suyundan.
Halbuki gül suyunun saf olanı en pahalı yada en kaliteli olarak bilinen tonikten daha makbuldür bana göre.
Üstelik çevremde olgunluk yaşına erişmiş, hoş bir cilt görüntüsüne sahip ve gençliğinde yüzünü sadece gül suyu ile temizleyen bayanlar var;)

Gül suyu satan pek çok marka mevcut.
Gül suyu alırken püf noktası olan ve dışarıdan bakınca da farkedilebilecek olan iki unsur var:

1. Koku: Eğer koku çok keskinse, çok kalıcıysa kimyasal ilavesi vardır.

2. Renk: Bazı ürünlerin şişesi renkli olduğu için (bildiğiniz üzere genellikle pembe olur) dışarıdan bakınca içindekinin rengi görmek mümkün olmayacaktır. Eğer şişe şeffafsa, içindekinin rengini görebiliyorsanız ve renk koyu pembe tonlardaysa bu ürün gül kolonyasıdır ve yine kimyasal ilavelidir.

Doğal gül suyu renksiz görünümlü, uçucu ve hoş bir kokuya sahiptir...
Eğer kokusunda ekşilik varsa bu uzun süre beklemesinden kaynaklanır.

Gül memleketi olarak bilinen Isparta'da yıllarca yaşamış biri  olarak en güvenilir markanın Rosense olduğunu düşünüyorum.
Üstelik Türk şirketi (Isparta menşeeli)

Yüz temizliğini nasıl yapacağım?

Gül suyunun cildi temizleyici etkisi var.
Bir pamuk parçası üzerine gül suyu dökülerek cilt aşağıdan yukarıya olacak şekilde hafif hafif silinir.
(Gül suyu ile makyaj temizlenir mi derseniz bir şey diyemeyeceğim çünkü makyaj yapmadığım için denemedim).

Daha etkili bir temizleme için haftada 1-2 defa yüzünüzü kese ile hafifçe sürterek ölmüş hücrelerden arındırın ve ılık suyla yıkayın.
Sonra pamuk ile gül suyunu yüzünüze uygulayın ve kurumaya bırakın.
İnanın cildiniz pamuk gibi yumuşacık olacak:)

Ben (dediğim gibi) Rosense'nin gül suyunu kullanıyorum.


Ürün ambalajında zaten % 100 doğal yazar;)

Başta bahsettiğim, keskin kokulu ve koyu renkli gül kolonyası budur. Markasına göre değişir ama kokusu hoş bence, kıyafetlerin üzerinde kullanılabilir fakat yüzüme uygulamam.


Rosense bazı marketlerde bulunuyor. Şayet rastlamadıysanız internet adresinden ürünleri inceleyebilir, bu adresten de online olarak satın alabilirsiniz.
Fiyatı zaten gayet makul.

* Fotoğraflar internetten alıntıdır.