28 Mayıs 2014 Çarşamba

AYAŞLI İLE KİRACILARI

Yazar: Memduh Şevket Esendal
Yayın evi: Bilgi Yayınevi
























Kitabı okurken çok farklı duyguları bir arada hissettiğimi söyleyebilirim. Kitap MEB'in onayladığı 100 temel eserden biri. Yani ilköğretim seviyesindeki öğrencilerin okuyabileceği bir kategoride. Anlatım dili oldukça sade. Bilmediğim bir kaç kelime öğrendim, mesela "tekaüt" kelimesi. Emekliye ayrılmak, emekli anlamında kullanılıyormuş. Hiç duymamıştım.

Kitapta aynı apartmanın odalarında yaşayan, birbirinden farklı özelliklere sahip insanların hikayeleri yine o apartmanda ikamet eden bir banka memurunun gözünden anlatılıyor. Aslında insanların odaları birbirinden ayrı olsa da samimiyet sınırının dozu biraz kaçmış gibi. Akşamları bir araya gelip kumar oynanması, dedikoducu odacıların varlığı herkesin her şeyi bilmesine olanak sağlıyor. Kitapta dikkat çeken bir husus da kadınların kurtuluş yolu olarak evlenmeyi seçmesi ama dilleri yanınca (ve zaman içinde gözleri açılınca?) eşleriyle evliyken alternatif gönül eğlenceleri arayışında olmaları. Sadece kadınlar değil aslında, erkekler için de durum bu merkezde. Ama şunu itiraf etmeliyim, bu konuyu o kadar üstü kapalı ve usturuplu bir şekilde anlatıyor ki yazar, yapış yapış hikayeler okumuyorsunuz. Ama ana fikir ortada tabi.

Kitapla ilgili yorumları okurken 41 karaktere yer verildiğini gördüm bir yerde. Mümkündür, epeyce bir karakter var. Konuşma sahneleri oldukça fazla, yerel ve dönemin konuşma üsluplarına rastlamak mümkün ("boş konuşmak" yerine "lakırtı" kelimesinin kullanılması mesela... Ben seviyorum eski hitapları;)

Bir konu daha dikkatimi çekti; insanlar her ne kadar birbirlerinin dedikodularını yapsalar da zor zamanlarında yanlarında oluyorlarmış o dönemde. Bugünlerde hiiiç öyle değilmiş gibi geliyor bana. Şebnem Ferah'ın "iyi gün dostlarım" diye bir şarkısı vardır, o çaldı bir an kulağımda nedense!?

Yazının başında çok farklı duyguları bir arada hissettiğimi söylemiştim. Sebebi şu, kitabın ilköğretim öğrencileri için de uygun görülmesini biraz garipsedim. Evet hayata ve insana dair pek çok konu var içinde ama olumsuz davranış olarak nitelendirilen davranışları da içinde barındırıyor. Lakin bunu usturuplu bir biçimde aktarılıyor. Karakter hikayeleri sevimli bir dilde anlatılıyor, bazı yerlerde muzipçe ifadeler var. Kitabı bırakayım mı bırakmayayım mı derken bitiriverdim, öyle ilginç bir kitap:)

23 Mayıs 2014 Cuma

BURADA YAŞASAM NE GÜZEL OLURDU: KÜÇÜKSU KASRI

Küçüksu Deresi'ne paralel, Boğaz'a nazır, taş oyma bir kasır...
Mimarı görünümü ve sahip olduğu manzarayı tahmin etmek güç olmasa gerek...

Köşkten daha büyük olan ve sadece hünkarlar tarafından kullanılan yapılara kasır deniliyormuş.
Kasırlar ikamet etmek için değil, dinlenme yeri olarak kullanılırmış.
Abdülmecit zamanında inşa edilen Küçüksu Kasrı, padişahların ava çıktıkları zaman dinlenme yeri olarak kullandıkları bir mekan niteliğindeymiş.


Mekana girişte taş oyma kapıyı görünce naifliği ve güzelliği hissetmeye başlıyor insan.


Kasır Milli Saraylar Daire Başkanlığı'nın himayesinde.
Giriş ücreti oldukça cüzi, kişi başı 2.5 lira.
Öğrenci indirimi de varmış üstelik.
Sanırım 1 lira falandır öğrenci girişi de;) Yada gezince üstüne para veriyorlardır:)

10-12 kişilik grup halinde ve bir rehber eşliğinde geziliyor Kasır'ın içi.
İçeride bir grup olduğu için bir müddet bahçede vakit geçirdik.
Bu esnada da fotoğraflar çektik.

22 Mayıs 2014 Perşembe

DEVLET ERKANI AFET BÖLGESİNİ YERİNDE İNCELEMELİ Mİ?

3 sene kadar oluyor, üç günlük bir eğitim programına katılmıştım.
Eğitimciler arasında Mikdat Kadıoğlu Hoca da vardı.
Belki Mikdat Hoca kim diye soran olabilir.
Akademik kariyeri, afilli görevleri, köşe yazıları hakkında uzun uzadıya yazma niyetinde değilim, Wikipedia'da kısa ama öz bir biçimde bilgi var kendisiyle ilgili.
Ama kendisini bir cümle ile tanımlayacak olursam;  görev aldığı, danışmanlık yaptığı, katılımda bulunduğu tüm mecralarda "biz doğal afeti önleme konusunda yerlerde sürünüyoruz, sadece arama-kurtarma tatbikatlarıyla bu iş olmaz, tatbikatler bizde olduğu gibi her zaman başarıyla da tamamlanmaz!" düsturunu dile getirmiş elleri öpülesi İTÜ öğretim görevlisi bir profesör.
(Ekşi Sözlük'te dahi hakkındaki yorumların çoğu olumlu olan ender insanlardan biri, o kadar söyleyeyim.)

Afetlerle ilgili her zaman birileri çıkıp  bir şeyler anlatır.
Ama ilk kez Mikdat Hoca'dan duyduğumda "hakikaten doğru yahu" dediğim bir nokta vardı.
Soma'da yaşanan bazı kareleri gördükten sonra güzel Hoca'mın bahsettiği noktanın ne kadar doğru olduğunu düşündüm bir kez daha. Peki ne demişti Mikdat Hoca? 

... Bizde bir afet olduğunda devletin en yetkili kişileri hemen o bölgeye gelir. 
Yanında bir sürü kurmayı/koruması olur. 
Onu karşılamak için o hengamede protokol gerekliliklerini yerine getirmeye çalışır insanlar... 
Afetin türüne göre bazen tehlike de devam eder bir yandan. 
Devletin en üst kademesindeki kişinin/kişilerin başına herhangi bir olumsuzluk gelmesi durumunda ikinci bir kaosun oluşması kaçınılmazdır...


Durum birebir yaşanmadı belki ama o gergin ortamda devlet kademesindeki kişilerin tavırları tartışıldı, halen de tartışılıyor.
Bu ortamlar her türlü olumsuzluğa gebe; acılı, sinirli, üzgün, kızgın onlarca insan var.
Protestoların olması kaçınılmaz, provokasyon için ortam kollayan kişiler de olabiliyor.
Gerçekten, devlet erkanı afeti yerinde incelemekle mükellef midir?
Tamam, halkın yanında olmak düşünce olarak iyi, güzel.
Ama bu işin öncesi var, o anı var, sonrası var.
İşin güzeli herkesin sorumluluğunu vaktinde ve layıkıyla yerine getirmesi de...
Neyse...

* Fotoğraf internetten alıntıdır.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

SAPMA GÖSTERMEYEN EVRELER

Güzel yurdumda doğal olarak yada insan faktörüyle oluşan afetlerde her defasında sapma göstermeden gelişen evreler var gözlemlediğim:

Bana/bize bir şey olmaz mantığıyla tedbirsizlik
        Afetin meydana gelmesi
Son dakika/flash gelişme şeklinde alt yazıların dönmesi
         Tüm habercilerin bölgeye akın etmesi
Ekran başındakilerin ah-vah-tüh nidaları akabinde dualarını ve iyi temennilerini dile getirmesi
          Devlet erkanının afet bölgesine intikal etmesi
Devlet kurumlarının ve sivil toplum örgütlerinin bölgeye gelmesi (bir üst maddeyle eş                           zamanlı olabilir)
          Vatandaşlar arasında (belki pek de organize olmadan ama tamamen iyi niyetle) yardım                                    kampanyalarının düzenlenmesi
Suçluyu bulma çabası
        Yetkili ağızlardan TOKİ'nin afet bölgesine yeni binalar yapacağı, devletin vatandaşıyla el ele verip                    yaraları saracağına dair beyanatların verilmesi
Olayın üzerinden belli bir zaman geçmesi ve tüm ülkenin yeniden eski yaşantısına dönmesi
          Yeni bir afete kadar günlük yaşantının aynen devam etmesi
Yukarıdaki tüm süreçler boyunca bana/bize bir şey olmaz mantığıyla tedbirsizlik
           Afetin meydana gelmesi
             ...
             ...
             ...

Gerisini yazmama gerek yok herhalde...


                                                                     Hangi evredeyiz???

* Fotoğraf internetten alıntıdır.

15 Mayıs 2014 Perşembe

...


Tedbirsizlik
Karbonmonoksit
Panik
Uyuşma
Sessizlik
...
...
...
 Ebedi sessizlik... 

Dua. Dua. Dua.
...
...
...

Bu olaydan ders çıkarma?
Gerekli tedbirleri alma?
???
???
???

İnşallah!

13 Mayıs 2014 Salı

TÜRK DİZİ KLASİKLERİNDEN "BİZİMKİLER"

Pek çoğumuzun çocukluk hatıraları arasında ortak olan noktalar vardır.

Banyo pazar günü yapılır, 
banyoyu pek tabi ki anne yaptırır,
sınırlı sayıdaki televizyon kanalında ailecek seyredilen programların tadı bambaşkadır...
Bizimkiler de tartışmasız bu programlardan biridir bana göre.

Bizimkiler dizisi de hafızalarımızda 

                 birbirinden ilginç karakterleri
                   karakterlere mal olan cümleleri
                     yalnızca org ile çalınan jenerik müziği

gibi pek çok özelliği ile yer edinmiştir.

Bizimkiler Türkiye'nin en uzun soluklu yerli yapım dizisi.
Dile kolay, 13 yıl devam etmiş.
Bir apartmanda farklı ekonomik düzeylere, kişiliklere, alışkanlıklara sahip ailelerin yaşantılarını izledik senelerce.
Dizi bitince de ertesi gün okul olduğu için uykuya daldık bir çoğumuz.
Normal koşullar altında pek de itibar edip izlediğim bir kanal olmayan Planet Pembe'de her gün Bizimkiler'in eski bölümleri yayınlanıyor.
3 farklı saatte yayın var; 11:00, 17:00 ve 23:00.
Bu aralar feci şekilde sardık, hemen hemen her gün izliyoruz.
Ve hayretle görüyoruz ki hafızamızda ve hissiyatımızda eskiyi aynı sıcaklıkla yaşıyoruz.
Ve yılların bize hiç aldırış etmeden akıp gittiğini bir kez daha fark ediyoruz.

Yeniden hatırlayalım mı Bizimkilerin bazı karakterlerini;)

Cemil, namı-ı diğer "Baykuş"... "Sevim koş..." diye başlayan cümleleriyle hep gülümsetti bizi. "Benim adım Cemil!" le perçinledi hafızalarımızdaki yerini.


Çocukken öğrendiğimiz ilk Almanca kelimeleri Davut Usta'nın eşi Ulviye'ye borçluyuz belki de.
"Nayn Davuud! Dunkof yok!" dediğini hatırladınız, değil mi?

12 Mayıs 2014 Pazartesi

BOYA, YAPIŞTIR, VERNİKLE

Yapmazsam eksik kalacağım bir şey vardı:  akrilik boya ile alüminyum kutu boyama ve peçete transferi.
Peçete transferi ve vernikleme işlemini ilk kez yaptığım için dikkatimi çeken 2 konuyu belirtmek isterim...


Gelelim yaptıklarıma...
Evde puroya benzeyen, uzun rulo şeklinde gofretlere ev sahipliği yapma konusunda yardım ve yataklık eden alüminyum bir kutu vardı.
İşte ben o kutuyu acımadım, boyadım!
Hiç üşenmedim, A4 kağıda renkli çıktı aldığım ikircikli şekilleri tutkalla yapıştırdım.
Üstüne üstlük gözünün yaşına hiç bakmadan sprey vernikle de vernikledim;)


Bir de diğer cepheden fotoğrafladım.

8 Mayıs 2014 Perşembe

KAS İSTEYEN TATLI: UN HELVASI

Blogda yapımı herkes tarafından bilinen tarifleri vermeyi pek tercih etmiyorum aslında.
Mesela şehriye çorbasının tarifini yazmak aklımdan hiç geçmedi (yazmam için tarifte bir değişiklik olması lazım).
Yada sarma yaptığımda blogda yayınlamam.
Çünkü herkes nasıl yapıldığını zaten biliyor ve marifetli bayanların sadece tarif verdiği çok hoş bloglar/siteler var.
Bana ne hacet yani;)

Ama un helvası konusunda bu çizgimin dışına çıkmakta bir beis görmüyorum zira helva yapımı benim için bir boyut ileriye atlamak gibi oldu:)
Ocağın başına geçtiğimde kendim bile pek inanmıyordum yapabileceğime.
Çünkü derler ki, helvanın kıvamını tutturmak pek o kadar kolay bir şey değilmiş.
İlk denemem olmasına rağmen sonuç tahmin ettiğimden daha iyi oldu:)
Tamam belki şaheser değil ama en azından afiyetle yedik;)

Kullanılacak malzemeler (4 kişilik):


- 200 gr tereyağı
- 2 su bardağı un
- 2 su bardağı toz şeker
- 2 su bardağı süt

Tarifin olmazsa olmazları:

Margarin yerine tereyağı
Güçlü kuvvetli kol kasları


Kollarınız güçlüyse ne mutlu. 
Eğer değilse, pişirme işleminin yarısında o an evde kim varsa ondan medet umabilirsiniz:)

"Olursa güzel olur" diyebileceğimiz ek malzemeler:

- Künar 
(dolmalık fıstık)
- Ceviz
- Tarçın
Hazırlanışı:

Bir küçük not:  Beceremeyip tutturamazsam nimetlere yazık olmasın diye verdiğim ölçüyü yarıya indirerek kullandım;)