Bazı kitaplar çocuk kitabı
sınıfına girse bile yetişkinlere de hitap ediyor. 5 Çocuk 5 İstanbul kitabı da
bence bu grupta değerlendirilebilecek güzel bir yazın. Betül Sayın tarafından
kaleme alınan ve resimlenen eser Günışığı Kitaplığı tarafından yayınlanmış.
Kitap, Uluslararası Çocuk Kitapları Kurulu (IBBY) tarafından 2006 yılı
illüstrasyon (çizim) dalında onur listesinde yer almış.
* * *
5 Çocuk 5 İstanbul kitabında
İstanbul’un tarih içindeki 5 farklı döneminde yaşayan 5 çocuğun kısa hikâyeleri
yer alıyor. Her hikâyede yer alan nesne, bir sonraki hikâyenin kahramanı olan
çocuğun gündelik hayatında kullandığı bir eşya. Hikâyeler arasındaki geçiş ve
devamlılık bu şekilde çok güzel sağlanmış.
İlk hikâye günümüzün büyük kenti
İstanbul’da yüksek bir apartman katında yaşayan turuncu saçlı Mert’in hikâyesi.
Okuldaki tiyatro gösterisine yetişmenin tatlı telaşını yaşayan tavşan kostümlü
Mert, gösterisini tamamladıktan sonra, rahatsızlanmış olan anneannesini
ziyarete gidiyor. Anneanne İstanbul’un eski mahallelerinden birindeki ahşap bir
evde yaşıyor. Mert’in bu evde en sevdiği şey, tavan arasındaki eski tahta
sandık. Sandığın içinde türlü şey var. Bunların içinde Mert’in en çok ilgisini çeken
şey ise, Hamdi Dedesinin çocukken taktığı kırmızı
fes…
İkinci hikâye 150 yıl önce Osmanlı
İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da yaşayan kırmızı fesli Hamdi’nin hikâyesi.
Hamdi sokakta macun yiyor, deniz kıyısındaki şenlikleri ve geminin direklerine
bağlı iplerin üzerinde yürüyen hokkabazları hayranlıkla izliyor. Düğün
alışverişi her dönemin gözdesi,
Hamdi’nin ablası için de düğün alışverişi amacıyla Kapalıçarşı’ya gidiliyor.
Dükkânları gezerken Hamdi kuyumculardan birinin vitrininde çevresi mor taşlarla süslü çok güzel bir el aynası
görüyor ve kuyumcuyla bu eski aynayı kimlerin kullandığını konuşurken hikâye
noktalanıyor.
Üçüncü hikâye 1300 yıl önce
Bizans İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’te yaşayan Mor Aynalı
Helen’le ilgili. Annesini son salgın hastalıkta kaybeden Helen, küçük kardeşi
ve babasıyla birlikte büyük bir konakta yaşıyor. Ve annesinden kalan mor
taşlarla süslü el aynasını da elinden hiç düşürmüyor. Bir gün Helen, küçük kardeşi
ve babası Hipodrom’da yapılan at yarışlarını izlemeye gidiyorlar. Mermerlerle
kaplı kocaman alanda renkli anıtların, imparator heykellerinin arasından
geçiyorlar. Hipodromu ikiye bölen Obelisk, Yılanlı Sütun ve Örme Dikilitaş
sapasağlam ayakta… Hipodrom’dan çıktıktan sonra Konstantinopolis’in ana yolu ve
Bizans Krallığı’nın protokol yolu olan Mese’de yürüyorlar. Bu esnada Helen dükkânlardan
birinde üzerinde balık resimleri bulunan paralarla
dolu mavi bir keseyi beğeniyor. Yaramaz kardeşinin keseyi çekiştirmesiyle
paralar yere saçılıyor. Bu eski paralar kimlerin elinden geçmiştir diye kendi
aralarında konuşurken hikâye sona eriyor.
Dördüncü hikâye 2300 yıl önce
büyük liman kenti Bizantion’da yaşayan mavi para keseli Milya’ya ait. Milya ve
dedesi sandalları ile denize açılıyor, İstanbul’un bereketli denizinden bol
miktarda balık tutuyor. Mavi kese ve içindeki tunç paralar, dedesinin Milya’ya
hediyesi… Diğer balıkçıların da katkısıyla limanda küfeler dolusu balık
toplanıyor, akşam yemeğinde sofrada yine balık var. Milya’nın dedesi bol balık
verdiği için tanrılarına şükranlarını sunmaları gerektiğini söylüyor. Ertesi
gün meyve ve yemişlerle dolu bir sepet hazırlayarak büyük tapınağa gidiyorlar.
Büyük tapınakta onlar gibi avlarının bereketli geçmesinden ötürü müteşekkir
olan, sepetler dolusu yiyecekle gelen pek çok balıkçı bulunuyor. Sunum töreni
bitikten sonra Milya oynamak için avluya çıkıyor. Koşarken ayağı bir şeye
takılıyor ve düşüyor. Takılıp düştüğü şey, üzerinde belli belirsiz desenler
olan, toprağın içindeki kırık bir çömlek
parçası.
Beşinci ve son hikâye, on
binlerce yıl önce İstanbul çevresindeki bir mağarada yaşayan kemik tokalı kızın
hikayesi. Kemik tokalı kız, mağarada yaşayanların en küçüğü. Annesinin
becerikli elleriyle çamuru yoğurup çömlekler yapmasını izlemeyi çok seviyor.
Annesi, çömleklerin üzerine yaşadıkları tepenin resimlerini çiziyor. Kemik
tokalı kızın annesi becerikli, hayvan postundan yapılan elbiselerini o dikiyor.
Sevimli kız bir gün çömlek yapmak amacı ile dere kenarından çamur bulmaya giden
annesi ile yola koyuluyor. Dönüş yolunda mağaraya tırmanırken karşılarına
birden kocaman bir ayı çıkıyor. Anne kız kaçmaya çalışırken, kemik tokalı kızın
ayağı birden takılıyor ve aksilik bu ya, ayının hemen yakınına yuvarlanıyor.
Annesi feryat figan! Mağaradakiler hemen dışarıya fırlıyor. Çakıl taşı ve
sopalardan yaptıkları silahlarla ayıyı avlıyorlar. Haliyle akşam yemeğinde
ziyafet çekiyorlar… Yorucu bir gün geçiren kemik tokalı kız, mağaranın en kuytu
yerinde ateşin yanı başında, anneciğinin dizlerinde tatlı bir uykuya dalıyor.
Rüyasında kendini deniz kıyısında görüyor,
karşısında aniden dört çocuk beliriyor: elinde mavi bir kese sallayan
oğlan, mor taşlarla süslü parlak bir şeye bakan uzun saçlı kız, başında kımızı
bir tas bulunan ilginç giysili bir oğlan ve tavşana benzeyen bir çocuk. Gülerek
hepsi de kemik tokalı kıza el sallıyorlar…
Benim son zamanlarda okuduğum en
tatlı kitaplardan biri 5 Çocuk 5 İstanbul. Okuyup bir kenara bırakılacak türden
değil. Çocuğun yaşı ve bilgi seviyesi yada merakına göre epeyce yeni muhabbete yelken
açmaya müsait. Hikâyeleri okudukça aklımda hep sohbet konuları oluştu:
Ø İstanbul’un
eski semtleri ne demektir, İstanbul’daki eski semtler nerelerdir, eski
semtlerdeki evler nasıldır, Osmanlı Dönemi’nde nasıl eğlenceler düzenlenirdi,
Kapalıçarşı’da neler satılırdı?
Ø Bizans
Dönemi’nde Hipodrom’da neler yapılırdı, hangi eserler vardı, eski esenlerin
hepsi bugün meydanda görülebiliyor mu, o dönem henüz inşa edilmemiş ama bugün
meydanda olan eserler neler olabilir, eserleri kimler inşa etmiştir?
Ø Günümüz
İstanbul’unda Bizantion’da olduğu kadar balık var mı, nesli azalan yada tükenen
balıklar hangileri olabilir, balıklar neden azalıyor, balıkların azalmaması
için neler yapılabilir, balık nasıl pişirilir, balıkçı teknesine ne denir, Roma
Tanrıları hangileridir, mitoloji nedir, biz neye inanıyoruz, insanlar neden
birden çok tanrıya inanmış olabilir, salgın hastalık nedir?
Ø Hangi
malzemelerden para yapılmıştır, ilk para ne zaman yapılmıştır, ilk parayı kim
yapmıştır, para olmadan alışveriş yapılabilir mi, takasla alışveriş nedir, para
olmasaydı sen neyi ne ile takas ederdin?
Ø On
binlerce yıl evvel mağarada yaşayan kemik tokalı kızın nasıl bir hayatı vardı,
çamurdan neler yapılabilir, mağarada yaşayan insanların günlük eşyaları neler
olabilir, çamurdan çömleğin üzerine nasıl resim çizilir, posttan nasıl elbise
yapılır, ocak veya fırın yokken yemek nasıl pişirilir, rüyada ne görülür, neden
rüya görülür, rüyalar ne kadar sürer?..
Kitap insanın gezgin tarafını da
tetikliyor doğrusu. Çocuk ile birlikte Sultanahmet Meydanı’nı daha göz alıcı
şekilde gezebilir insan... Yada daha önce ziyaret edilmediyse civardaki müzeler
(Arkeoloji Müzesi, Mozaik Müzesi, Ayasofya, Topkapı Sarayı gibi) gezilebilir.
Kemik tokalı hanım kızımızın yaşadığı, tarihi 400.000 yıl evvele kadar giden, günümüzde
maalesef oldukça metruk ve bakımsız halde olup, kıymeti bilinmeyen mağaraları
görmek için Küçükçekmece’deki Yarımburgaz Mağaralarına gidilebilir (içeriye
girmek can güvenliği açısından iyi olur mu, bilemedim).
Kitaba dair keşke daha farklı
olabilse dediğim tek nokta, günümüz İstanbul’unda yaşayan Mert’in hayatı oldu. Kalabalık
bir şehirde yüksek bir apartman katında oturmak durumunda kalan bir çocuk…
Bilmem, gün olup da bugünün insanları olan bizler ve hayatlarımız “geçmiş
zaman” olunca, hayatımızı tanımlayan nesneler ve gündelik hayatımız nelerle
temsil edilir acaba?