19 Ekim 2015 Pazartesi

ÖLÜ ADAMIN CEP TELEFONU

Hayatımızın her zerresine sirayet etmiş bir cihaz cep telefonu...
Telefon olmanın ötesinde bir işlevi var artık pek çok kişi için, hepimiz farkındayız bunun.
Sosyal medya hesapları denen olay da bu şekilde, pek çok kişi bağımlı hdurumda.
Bir ara aklıma düşmüştü bu olay "yaşarken tamam da bir insan öldükten sonra sosyal medya hesapları ne oluyor?".
Tam da bunu düşünürken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen Ölü Adamın Cep Telefonu isimli bir oyunu olduğunu görmüştüm internette.
Farklı mecralardan okudum, araştırdım.
Yorumlar oldukça olumlu yöndeydi, beğeni oranı yüksekti.
Fakat geçtiğimiz sezon içerisinde ya yer bulamadım ulaşabileceğim sahnelerde yada tarihleri uymadı.

Derken yeni sezon açıldı, biletler bitmeden biz de kendimize yer bulabildik.
Konuyu kendi çapımda önceden merak ettiğim ve okuduğum yorumların oldukça büyük bir çoğunluğunun çok çok iyi olmasından mütevellit, beklentim yüksekti.

Gelelim oyun hakkındaki görüşlerime...
Tiyatronun oldukça emek isteyen bir sanat dalı olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple -bazı olumsuzluklar görsem de- insanların emeklerine saygısızlık etmek istemem, başta bunu belirtmek istiyorum.


Oyunun ana fikri, ölen bir adamın cep telefonuna sahip çıkan bir kızın, bu adamın ailesi ve adamın ölümünden haberi olmayan kişilerin telefonu araması ve beraberinde gelişen olaylarla ilgili.
Oyunda 6 kişi sahne alıyor; oyunun yönetmeni olan Arda Aydın aynı zamanda "ölen adam"ı canlandırıyor.
Sahnede yer alan karakterler; ölen adam (Gordon/Arda Aydın), Gordon'un çatlak annesi (Gottlieb/Nergis Çorakçı Başak), Gordon'un yine çatlak olan eşi (Hermia/Pelin Budak), Gordon'un geri planda kalmış ama özünde iyi biri olan kardeşi (Dwight), Gordon'un yasak ilişkisi (Carlotta/Nurseli Tırışkan) ve Gordon öldükten sonra telefonuna sahip çıkan esas kız (Jean/Yeliz Gerçek).
Oyunculuk anlamında Gordon, çatlak annesi ve yine çatlak olan eşi Hermia'nın oldukça başarılı olduğunu söylemeliyim.
Esas kız modundaki Jean'de nedense bir telaş, bir oyuna adapta olamama hali, bir ilginç şekiller olduğunu hissettim.
Ve bazı izleyici yorumlarının da bu fikrimi desteklediğini gördüm.

Oyun beklentimi karşıladı mı derseniz... Pek de memnun kaldığımı söyleyemeyeceğim.
Belki kültür anlamında bizden olmadığı için. Elinde votka, üzerinde sabahlıkla sarhoş bir halde dolanan anne karakteri pek bizden değil zira (fakat yılların tiyatrocusu Nergis Çorakçı Başak'ın performansı taktire şayandı). Tercümede sıklıkla kullanılan, Amerikan filmlerinden aşina olduğumuz ama gündelik hayatta pek de kullanmadığımız "hani... bilirsin işte" lafının pek çok kez tekrarlanması... Bana iğreti geldi biraz.



Bunun yanı sıra, Gordon'un çatlak eşi Hermia'nın fantazi dünyasındaki hayalleri ayan beyan anlattığı sahneler sebebi ile de oyunda belli bir yaş sınırı olması gerektiğini düşünüyorum (anne babasıyla oyuna gelen ve muhtemelen 12-13 yaşlarında olan çocukların bu tarz muhabbetleri dinlemek için henüz küçük olduklarını hissettim açıkçası). Şöyle de bir durum var, Hermia'yı canlandıran Pelin Budak'ın sahne performansı olarak oldukça başarılı olduğunu yadsıyamam. Ruh halleri arasındaki geçişi gerçekten güzeldi.

Oyunun, beklentimin biraz altında kalmasının sebebi belki de konunun dünya genelinde ortak bir yönünün olması ama işleniş bakımından yerelden uzak olmasıydı.

Hep olumsuzluklardan bahsettim şu ana kadar ama hoşuma giden yerler de oldu elbet:)
Mesela olayların geçtiği mekanların arkaya yansıtılan ekranlarda karikatürize bir şekilde verilmesi ve perdelere yansıyan ışık oyunları güzeldi.

Oyunun süresi 1 saat 50 dakikaydı. Oyun hakkında bilgi için bu adresi inceleyebilirsiniz.
Şehir Tiyatroları'nın önceden izlediğim ve blogda da paylaştığım On İki Öfkeli Adam ve Müzikal Oyun Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım beklentimi oldukça yükseğe çıkarmış olmalı ki bu oyundan da -belki gereğinden fazla- beklentiye girmişim:)

* Fotoğraflar internetten alıntıdır.