18 Eylül 2017 Pazartesi

BAMBAŞKA BİR ÇOCUK KÜTÜPHANESİ: NASREDDİN HOCA ÇOCUK KÜTÜPHANESİ

Bebeğimizin sosyalleşebilmesi, değişik insanlar ve ortamlar görüp, farklı deneyimler kazanabilmesi için çeşitli yerlere gidiyoruz. Bunlardan bir tanesi de çocuk kütüphaneleri. Daha önce Üsküdar Selimiye Çocuk Kütüphanesi ile ilgili yazmış ve sırada Bağcılar'da yer alan Nasreddin Hoca Çocuk Kütüphanesi'nin olduğunu söylemiştim. 10 gün kadar oldu sanırım, ziyaret etme şansımız oldu. Ben bu kütüphaneye bayıldım ve  yazmak istediğim çok fazla şey var:)

Öncelikle bu kütüphanede anaokulu öncesindeki yaş grubunda bulunan çocuklar için bir oyun alanı ve kitaplar bulunuyor. Bizim de bir çocuk kütüphanesinde aradığımız öncelikli özellik bu zaten. Bağcılar Kültür Merkezi'nin alt katında, 2 katlı bir yapıya sahip. Giriş kat küçük yaş gruplarına hitap ederken, üst kat daha büyük yaş gruplarına yönelik... Doğrusunu söylemek gerekirse; bizim odak noktamız giriş kat oldu. Paylaşmış olduğum tüm fotoğraflar da küçük yaş grubuna hitap eden bölüme ait. Üst katı da göz ucuyla gördüm aslında. Nizamı bir yapıya sahip. Ama benim açımdan asıl önemli olan ve bu kütüphaneyi diğer pek çok çocuk kütüphanesinden ayıran özellik; anaokulu öncesi yaş grubuna da hitap etmesi...

Nasreddin Hoca Çocuk Kütüphanesi; kütüphane binasında bir kitap okumak yada ödünç alıp kitabı eve götürmek dışında daha farklı aktiviteler de sunuyor çocuklara. Bir üst bölümde yazdığım gibi, küçük yaş grupları için özel bir oyun alanı var. Bu alanda rengarenk minderler, bir televizyon, çeşitli peluş oyuncaklar, bebekler, arabalar, bir oyun evi, sallanan at, vb. gibi oyuncaklar bulunuyor. Aslında bu alandaki oyuncak çeşitliliği artırılabilir; mesela ahşap oyuncaklar (yapbozlar, abaküs, eşleştirme oyunları,...) evcilik oyunlarını zenginleştirecek nitelikte oyuncaklar (tencere tabak, örtüler, vb.) parmak kuklalar,... gibi. Ama şu vaziyet dahi, sevindirici. ( Fotoğraflarda ziyaretçilerin yüzleri görünmediği için, yayınlamakta bir sakınca görmedim).







Bu alan ve minderler sanırım masal okuma saatlerinde de kullanılıyor (masal okuma saatleriyle ilgili daha detaylı olarak aşağıda yazacağım).

Oyun alanının hemen yan tarafında ebeveynler için ayrılan bir bekleme alanı var. Bu alanda dergiler yer alıyor.



Kütüphanede çocukların oyun hamuru ile oynama, resim boyama, satranç gibi faaliyetlerle ilgilenebilmeleri de çok güzel düşünülmüş detaylar. Kütüphaneye vardığımızda boyama yapan çocuklar vardı, yaz dönemi olması sebebiyle ben sakin olacağını düşünmüştüm ama çok da sakin olduğunu söyleyemem. Ziyaret saatimiz öğle yemeği saatlerine doğru uzadıkça, ortamdaki çocukların da sayısı azaldı:) İlk fotoğraf, boyama yapılan ve hamur oynanan alana ait. Çocukların boyamış olduğu resimler panoda sergileniyor. Çocuklar bu durumdan oldukça memnun oluyorlarmış kütüphane görevlisi hanımın belirttiğine göre...




Satranç, kütüphanenin iç kısmındaki masalı bölümde oynanabildiği gibi, kütüphane girişindeki alanda da oynanabiliyor.



Biraz da kitaplardan bahsetmeliyim. Değişik yaş gruplarına ve konu dağılımlarına göre kitaplar raflara dizilmiş durumda. Bebekler için olan kitaplar yıpranmaya daha elverişli olduğundan, kütüphane görevlisi Hikmet Bey'in odasında bulunan dolapta yer alıyor. İstenen kitabı alıp bebeğinizle okuyabilir yada inceleyebilirsiniz. Ama kütüphanede:) Bir önceki cümlede belirtmiş olduğum sebepten ötürü;) Daha önce eve ödünç olarak verilen kitapların akıbeti iç açıcı olmayınca, böyle bir yöntem uygulanmaya başlanmış. Hareketli kitaplar, tuşlarına basınca konuşan kitaplar ve üç boyutlu kitaplara rastlamak mümkün.





Bu bölümdeki kitapların güncel olduğunu söyleyebilirim. Mesela İş Bankası'nın çok harika bir serisi var; Hareketli Kitaplar isminde. Onların olduğunu duyunca çok mutlu oldum...

Daha büyük yaş grupları için olan kitaplar bölüm bölüm ayrılmış. Hikayeler, bilim kitapları, çocukların anlayabileceği seviyede temel ahlaki değerlerin yer aldığı kitaplar gruplarına göre tasniflenmiş.








Kütüphaneyi gözlemlerken, rafların bir kısmının boş olduğu dikkatimi çekmişti. Belki ödünç verilen kitap sayısı fazla olduğu için durum böyle, bilemiyorum. Hikmet Bey ile sohbet ederken sormayı unutmuşum. 






Kültür Merkezi Gibi Hizmet Veren Bir Kütüphane...

- Kütüphanede Masal Saati düzenleniyor. Hem bünyesinde görevli personeller hem de gönüllü olarak katılım sağlayan okuyucular tarafından. Çocukların katılım oranı da hiç fena değil, 70-80 kişiye ulaştıkları günler oluyormuş. Masal okuma saatleri salı ve perşembe günleri 13:30-14:30 saatleri arasında oluyor (kutupanne gönüllülerinin okuma saati düzenlediklerini görmüştüm)

- Kütüphanenin Bağcılar Kültür Merkezi'nin alt katında yer aldığını söylemiştim. Bu büyük bir avantaj. Çünkü İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Şehir Tiyatroları'nın çocuk oyunları bu kültür merkezinde de sahneleniyor. Kütüphanede biraz zaman geçirip, sonrasında bir oyun izlemek hiç de fena bir fikir değil bence;) Şehir Tiyatroları'nın sitesinden oyunları, gün ve saatlerini öğrenmek mümkün. Sanırım perdeler Ekim ayında açılıyor. Kültür Merkezi'nin kocaman bir alan içinde büyük bir park ve çocuk parklarını da bünyesinde barındırdığını eklemem gerekiyor;) Bir çocukla bu alanda şahane bir gün geçirilebilir...

- Geçtiğimiz eğitim döneminde, kütüphanede resim ve karikatür dersleri veriliyormuş. Bu eğitim döneminde de büyük ihtimalle devam edeceğini belirtti Hikmet Bey. Bu haber bence harika!


- Gündemde olan fakat henüz netleşmeyen bir durum da annelere yönelik programların düzenlenmesi yönünde imiş. Çocuk gelişimi gibi konular üzerine, konusunda uzman katılımcıların gönüllülük esası ile düzenlediği programlar... Daha önce bazı yazarlar da gönüllü olarak kütüphanede imza günü düzenlemişler (isim belirtmiş miydi Hikmet Bey, hatırlayamıyorum ne yazık ki).

- Ve bence çok ama çok güzel olan ve pek çok kişinin de farkında olmadığı bir imkan var ki; kütüphaneye gitmeden arşiv taraması yapılabilmesi... Bunun çok şahane bir hizmet olduğunu düşünüyorum. Bu adrese girdiğinizde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait tüm kütüphanelerde istediğiniz kaynağın var olup olmadığını görmeniz mümkün. Ödünç mü verildi, sadece kütüphanede mi incelenebiliyor, bu bilgileri görebiliyorsunuz (link ilerleyen dönemde değişir belki, "İBB Kütüphaneleri arşiv araştırma" olarak internette araştırdığınızda, ulaşabilirsiniz). Farklı bir kütüphanede olan kitabı talep edip getirtebilme imkanı da olsa tadından yenmezdi bu durum, ama o olay şu an yokmuş ne yazık ki... Hemen talep edelim Beyaz Masa'dan:))

- Yine şahane bulduğum bir uygulaması; satın alınmasını talep ettiğiniz kaynaklar (kitap, kutu oyunları gibi) 1-1.5 ay içerisinde kütüphane envanterine eklenebiliyor. Bunu oldukça önemsiyorum (konuyla ilgili olarak farklı bir yazıda daha detaylı yazmayı planlıyorum). Kamu kurumlarında normal koşullarda bir şeyin satın alınıp kullanılabilmesi oldukça uzun bir zaman alır. 1-1.5 aylık bir süre bu anlamda -ortalama sürelere göre- oldukça makul.

- Okulların açık olduğu dönemlerde kütüphane; hafta sonu da dahil olmak üzere 18:00'e kadar açık.

- Kütüphanenin Facebook'ta bir grubu var. Bu adresten takip edebilir, Türkçe yada İngilizce Masal Saatlerinden, düzenlenecek olan piknikten yada diğer faaliyetlerden haberdar olabilirsiniz.

Velhasılı kelam; ben bu kütüphaneyi gezmekten ve konuyla ilgili ayrıntıları paylaşmaktan çok mutluyum. Hikmet Bey'e bana ayırmış olduğu vakitten, hoş sohbetinden ve detaylı bilgilendirmelerinden ötürü minnettarım. Kütüphane görevlisi bir hanımla daha güzel sohbet ettik o gün ve fotoğraf çekimlerim esnasında bana eşlik etti, kendisine de çok teşekkür ederim. İsminin paylaşılmasını talep edip etmeyeceğini bilemediğimden, yazmamayı tercih ettim...

Umarım herkes kütüphaneleri önemser, çağın ihtiyaçlarına ayak uydurabilmeleri için talepkâr olur, bol bol okur ve okutur;)

Beni Instagram'da @birdunyafikir olarak takip edebilirsiniz...

15 Eylül 2017 Cuma

OYUNCAK KÜTÜKLER

İnsan gününü evde küçük bir çocukla geçirince, haliyle sürekli "şimdi ne yapsak, ne oynasak?" düşüncesi içinde oluyor. Farklı fikirler edinmek için instagramda çok değişik yelpazelerden anneleri, yada oyun kavramının bende çağrıştırdığı düşünceye paralel doğrultuda ürün satışı yapan yerli ve yabancı hesapları takip ediyorum. Bazı anneler var ki çocuğa her gün ayrı bir etkinlik, bir faaliyet bulma konusunda zekaları müthiş çalışıyor. Oyun kavramı gündeminde olmayan bir insan evladının normal koşullarda dönüp yüzüne bakmayacağı parçalarla faaliyet yaptırıyorlar bebek veya çocuklarına. Misal; makyaj pamuğu, pet şişesi kapağı, tuvalet kağıdı rulosu, sünger, vs... Bazen ben de coşuyorum "her güne bir etkinlik" yapayım hevesiyle, ama benim bir günüm diğerini tutmuyor heves anlamında. Minnoş yavrunun da öyle... Onu mu yaptırsam, bunu mu yaptırsam diye düşünürken zihnim yoruluyor, yaptıramayınca üzüntü duyuyorum. Aklımda güzel bir şekilde canlandırdığım aktiviteye minnoş yavru ilgi göstermeyince hevesim kırılıyor falan... Aslında di'li geçmiş zaman kavramı ile anlatsam daha doğru olacaktı çünkü o sevdadan vazgeçtim. Yapan annelere bir sözüm yok elbette, herkesin kendi tercihi. Çok planlı programlı oynayalım dediğim zaman o iş eğlenceli olmaktan çıktı bir bakıma bizim için. Ödeve yada göreve dönüştü iç dünyamızda. Rahat hissedemedik ikimiz de. Çocuk zaten an'da yaşayan bir varlık. Siz dünyanın en harika-şahane-süper-geliştirici-ne bileyim ne oyununu yada aktivitesini hazırlasanız da, o neyi yapmak isterse, neyle meşgul olmak isterse aklı onda kalıyor ve onu yapınca mutlu oluyor. Boya yapacaksa gösteriyor boyalarını/defterini, yapıyoruz, seviniyor. Oyun hamuru mu istiyor, gidip getiriyor ve oynuyoruz. Her şey basit aslında... Buna ilaveten "ucu açık oyun" kavramı ile tanışmak da aklımdaki ve ruhumdaki karmaşayı büyük oranda çözdü. Ucu açık oyun; çocuğa son hali verilmemiş oyun materyalleri sunmak (oyuncak olması şart değil yani... çocuklar her şeyi oyuna çevirebiliyor malum:) ve bununla birlikte çocuğu yönlendirmeden serbest bırakmak. Bu bakımdan legolar, ahşap parçalar, bez parçaları ve kıyafetler, ipler, kuklalar ucu açık oyun için tercih edilecek materyaller arasında yer alıyor.

Şunu da eklemeliyim; ben ahşap olan her şeye bayılıyorum. Oyuncak anlamında da bu böyle... Çocuk eğitimi metoduyla ilgili araştırmalar yapanlara aşina gelir, Waldorf ve Montessori Eğitim Sistemlerinde de ahşap malzeme baş üstünde tutuluyor...

Lafı uzatmayayım; İnstagram üzerinden bulduğum kidsandwood hesabının sahibi Berna Hanım'ın ürünlerini görünce oldukça mutlu oldum. Profilinde yer alan Doğanın Kendisi Tasarımdır sözü, sahip olduğu mantığı anlamak bakımından da önemli. Parça kütüklerden oyuncaklar, şimşirden kaşık ve minik kürekler, ahşap tabaklar, ahşap ceviz kıracağı gibi farklı ürün arayışlarına cevap veriyor.

Çok severek aldığım ve her oyunda farklı rollere bürünebilme kapasitesine sahip ahşap oyuncaklarımızı sizlerle paylaşmak istedim.


Değişik şekil ve ebatlarda kesilmiş kütük parçaları... Bu parçaların her biriyle yada bir kısmıyla hatta bir tanesi ile dahi farklı oyunlar kurmak mümkün. 

Mesela bu aralar minnoş yavrunun en favori iki oyunu var. İlki, uzun kütüğü rampa olarak kullanıp, mukavva kutudan aşağıya oyuncak arabaları itmek


İkincisi, iki yuvarlak kütüğün üzerine, köprü şeklindeki kütüğü yerleştirerek, oyuncak arabaları altından geçirmek. Tüm arabalar sığamıyor tabi... Büyük-küçük kavramını, göz kararı ile o arabanın o köprüden sığıp sığmayacağını öğreniyor. Ooooduu, oooomadı diyerek kelime haznesini genişletiyor:) Köprü yıkıldığı zaman (alttaki 2 kütük yuvarlak olduğu için, üstteki köprü devriliyor bazen), şu an için köprüyü tek başına kuramadığından, hemen bağırmaya başlıyor:) Umarım el-göz koordinasyonu hemen gelişir de, kendisi bir an evvel yıkılan köprüyü kurar ve biz de "nereden bulduk bu oyunu, hay Allah" hayıflanmasından kurtuluruz:))


Yukarıdaki tüm kütükleri kullanıp, ekstra materyaller de ekleyerek çok güzel oyunlar hazırlayan anneler var. Keçeden çimenlik, el işi kağıdından şelale, bulgurdan çöl kumu falan gibi... Biz o aşamada değiliz ama, belki biraz daha büyüyünce. Yada yavrucak kendisi bu tip şeyleri de hayal edebildiğinde...

Bazen coşunca minik hayvan figürlerini tek tek kütüklere diziyor. Büyük olan hayvanlar, küçük olan kütüğe sığmayınca, başka bir kütüğe yerleştirmesi gerektiğini fark ediyor. Hayvanları sıralarken seslerini çıkarıyor yada isimlerini söylüyor.


Yuvarlak halkalardan birine rengarenk kurdelalar bağlayıp göndermiş Berna Hanım sağolsun. Gökkuşağı gibi, çok güzel:) Çocuk rüzgarda koşarken bu kurdelalar elinde uçuş uçuş onu takip etse ne güzel olur, değil mi? ;)



Büyüdüğü zaman -en az- gömleğinin kopan düğmesini dikebilecek seviyede iğne tutabilen bir evladım olsun istiyorum şahsen. Bu amaca hizmet etme anlamında başlangıç seviyesinde bir oyun olan ahşap iğneye yuvarlak boncuklar dizmek bence güzel bir fikir... 


Büyük yuvarlak kütükleri oyun hamuru açmak için kullandık bir kaç kez. Şu an biraz ağır geliyor ufaklığa, o yüzden çok kullanmıyoruz. Ama ahşap ve ucu keskin olmayan bıçakla hamur kesmek için de güzel bir alternatif oldu bize. Hamuru küçük parçalar halinde kestikten sonra, cımbızla aktarma faaliyeti de yapılabilir tabi. Hani yapacağımız şeyin adı illa faaliyet olacaksa... ;)


Bu küçük şimşir kürekleri kendime aldım, ne yalan söyleyeyim:) Un ve şeker kaplarının içinde kullanacağım. Çamaşır makinesinde kullandığım sabun tozu ve soda kaplarında da kullanabilirim belki.


Çocukcağız uyuduktan sonra oyuncaklarını toplarken, bazen oynarken buluyorum kendimi. Bence her anne-baba biraz da kendi için alıyor oyuncakları:))


5 Eylül 2017 Salı

OYUNCAKLI BİR KÜTÜPHANE Mİ? : SELİMİYE ÇOCUK KÜTÜPHANESİ

Çok ön yargılı bir düşünce midir bilemiyorum ama pek çok kişinin aklına kütüphane denince soğuk yapılı bir bina, kocaman raflar, istiflenmiş ve toz kokulu kitaplar, gözlüğünün üzerinden bakıp her an "şşşttt" diyerek sessiz olmanız yönünde telkinde bulunacak bir kütüphane görevlisi geliyordur sanırım.

Benim kütüphane ile tanışmam ilkokul sıralarındayken oldu. İlkokul öğretmenimiz bizleri okumaya teşvik eden, okuma yarışmaları düzenleyen, dakikada okuduğumuz kelime sayısına göre sınıfın en arkasındaki duvara el işi kağıdı ve kartondan yapılmış elma ağacındaki elmalarımızı pastel kırmızı boya ile kızartan ilgili bir öğretmendi. Sınıfta bir kitaplığımız vardı. O kitapları okuyup bitirdim. Arkadaşlarımızla aramızda değiş tokuş yaptık, o da yeterli olmadı. Bu sefer İl Halk Kütüphanesi'nin çocuk bölümüne başvurduk. Mütevazi bir Anadolu kenti olmasına rağmen, 90'lı yıllarda İl Halk Kütüphanesi'nin ayrıca bir çocuk kütüphanesi vardı bulunduğumuz şehirde. Kütüphane görevlisi de anımsadığım kadarı ile oldukça ilgili bir beydi. Kütüphaneye üye olmuştum. Elimdeki kitapları okuyup bitirdikçe annemle gider, seviyeme uygun kitapları 15 günlüğüne alır, kocaman bir poşete doldurup eve getirirdik. Kitaplara hiç zarar vermez, okuduğum kitapların ismini, sayfa sayısını ve yazarını hemen defterimin arkasına not ederdim (öğretmenimiz öyle öğretmişti, listeyi ona da gösterirdik). Yıl sonuna doğru okuyacak kitap kalmadı kütüphanede... Görevli "siz en iyisi İl Halk Kütüphanesi'ne gidin artık. Çok kalın olmayan, okuyabileceğin türdeki kitaplardan verir oradaki arkadaşlar" dedi bir gün. Hem sevindim, hem üzüldüm. Sevindim; demek ki çok okumuştum. Üzüldüm; çünkü o eski taş binayı, siyah renklerine ve her birinde DMO (Devlet Malzeme Ofisi) damgası olmasına rağmen küçük masa-sandalyeli bu ortamı seviyordum.

İl Halk Kütüphanesi'nden ne kadar kitap aldık hatırlamıyorum. Belki de ciddi gelmişti orası, yada kitaplar ilkokul 1. sınıf öğrencisine göre değildi, hiç bir fikrim yok. O yıllarda o kütüphaneye dair pek bir anı yok hafızamda.

Ben sanırım çok kitap açı bir çocuktum, çocukluğumun belki de en övülebilecek yanı buydu. Kırtasiye sahibi 2 arkadaşı vardı babamın, onlardan da ödünç kitap getirdiğini hatırlıyorum. Kitaplara hiç zarar vermezdim, temizce okurdum. Okurken sayfa izi çıkmasın diye bile azıcık aralar da okurdum hatta:) Çocuk saflığı işte... O amcaları da tebrik etmek lazım tabi, güvenip teslim ettikleri için...

Ortaokul ve liseyi Anadolu Lisesi'nde okudum. Kütüphanenin kullanımı bakımından maalesef çok yetersizdi. Kitap vardı aslında ama kütüphanenin kapısı kilitliydi. Sanırım 1 veya 2 kez ödünç kitap almışımdır:/ O yıllarda ablam Edebiyat Fakültesi'nde okuduğu için şanslıydım gerçi, Türk ve Dünya Klasikleri'nin pek çoğunu o sayede okumuşumdur:) Fen Lisesi Sınavı diye bir olay vardı, benimle aşağı yukarı aynı yaşlarda olanlar bilir. Türkçe derslerimizde öğretmenlerimiz de okumamız yönünde çok teşvik ederlerdi. Okuduğumuzu anlarsak, matematiği öyle çözebilir, anlam bilgisi ve paragraf sorularını öyle yanıtlayabilirdik çünkü. 2 haftada bir kitap özeti, konu, ana fikir, karakter tahlilleriyle ilgi rapor hazırlıyorduk dershanedeki Türkçe öğretmenimize. O dönem belki sınav için yapıyor gibi görünüyorduk ama meğer hayatta derdimizi anlama, anlatma ve kendimizi ifade edebilmenin alıştırmalarını yapıyormuşuz (konumuz çocuk kütüphanesi olduğu için daha sonraki dönemlerle ilgili kütüphane maceralarımı anlatıp yazıyı daha da uzatmak istemiyorum:)

Demem o ki, kitap-kütüphane-okuma gibi kavramlar benim hafızamda olumlu karşılıkları olan şeyler. Bu yönden gerçekten çok şanslıydım. İstiyorum ki bebeğim de şimdiden kitapları sevsin, onları arkadaş bilsin. (Bu yazımda bebeğimizin kitapla tanışma mevzusunu anlatmıştım). Büyüdükçe de araştırıp öğrenmeyi sevsin. Bu düşünce ile İstanbul'daki çocuk kütüphanelerini araştırdım. Bu süreçle paralel olarak ABD'de yaşayan ve bulundukları yere yakın bölgedeki çocuk kütüphanelerini blogunda paylaşan yabanelma 'nın fotoğraflarını görünce hevesim iyice arttı. Zira o fotoğraflardaki sanki bir kütüphane değil, bir oyun bahçesi! Her bir oyuncağı kendi başıma saatlerce oynayabilirim herhalde, o kadar güzel. Sesli kitapların bulunduğu bölümler, doğa, evcil hayvanlar, gezegenler, meslekler, hikayeler,... bin bir çeşit kitap. Harika mobilyalar... İştahım çok kabardı:) Henüz ülkemizde çocuk kütüphanelerinin çok büyük bölümü o kadar gelişmiş ve cazip değil fakat Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Selimiye Çocuk Kütüphanesi bir nebze olsun kendini yenilemiş durumda. Bayramdan önceki cumartesi günü biz de ziyaret ettik. Ve şimdi nihayet başlığa konu olan mevzuya geçebilirim:)

Selimiye Çocuk Kütüphanesi Üsküdar'da, Selimiye Kışlası'nın hemen arkasında. Selimiye Camii ile bitişik. Tarihi, 2 katlı, ahşap merdivenli taş bir bina. Tarihi bir bina olması sebebi ile fotoğraf çekilmesine sıcak bakılmadığı için yayınlayabilecek fotoğraf çekemedim maalesef. Fakat kütüphane hakkında güzel bir yazı hazırlayan ve mekanın güzel fotoğraflarını paylaşan kutupanne.com sitesi yönetiminden izin alarak, kendilerinin bir fotoğrafını paylaşmak istedim. Kendilerine teşekkür ederim:) 


Benim asıl önemsediğim olay, okul öncesi yaş grubu için ayrılmış bir bölümün olması. Bu özellik, sınırlı sayıda çocuk kütüphanesinde mevcut çünkü. Hani diyoruz ya kitap=kütüphane=sessizlik. Okul öncesi bölümü bulunan kütüphanelerde bu durum değişiyor. İşin içine çocuk girince; ses, kahkaha, şamata ve hareketi de eklemek gerekiyor. Söz konusu kütüphanenin hemen giriş bölümü bu yaş grubuna ayrılmış. Çiçekli minik sandalyeler, onlara uygun minik masalar, boyama kitapları, renkli minderler, el kuklaları, ahşap yapbozlar, ahşap bultak oyuncaklar, oyun oynanabilecek ve çevresi renkli puflarla çevrelenmiş bir oyun alanı, bowling seti, eşleştirmeli hafıza kartları ve tabi ki raflarda yer alan cicili bicili kitaplar... Alışkın olduğumuz kütüphane tanımından biraz farklı, değil mi? :)

Üst katta okula giden yaş grubu için ayrılmış 2 bölüm var. Bizim asıl ilgi alanımız alt kattı haliyle:) Ama üst katı da gezdik. Uzay, araçlar, doğa, hayvanlar, keşifler ile ilgili kitaplar, hikaye ve roman tarzında yazınlar bulunuyor bir bölümde. Kartondan bir tren ve gemi de vardı. Tabi çocukların boyuna uygun masa ve sandalyeler...

Bir başka bölümde süreli yayınlar (dergiler) bulunuyordu. Çeşit çok fazla değil fakat hiç yoktan iyidir... İlginç bir nokta, Bakanlık Suriyeli ziyaretçilerin faydalanması için Arapça çocuk kitapları da göndermiş. Gerçi şu an için Suriyeli bir ziyaretçi de yokmuş ama... Belki olur... İngilizce kaynak kitap var mı diye sormak hiç aklıma gelmemiş bu arada:)

Kütüphanede sanıyorum bilgisayar oyunu oynama imkanı da oluyor. İnternet kullanımı da pek tabi...

Bizim miniko oyun alanında bowling oynamayı çok sevdi. Topu atıp, labutları devirdikçe kahkahalarla güldü:) Deviremeyince de "aa ooooo" diye şaşırıp, yine güldü:) Ahşap yapbozları, bultakları oynadı. Kitaplara da baktı, elledi. Ama aklı oyunda kaldı:)

Kütüphanenin Selimiye Cami'ne bitişik küçük bir bahçesi var. Ağacın koyu gölgesindeki banklar, nefes almak için oldukça güzel. Kütüphaneyle alakalı beğendiğim ve eleştireceğim bazı şeyler olacak. Öncelikle beğendiğim yönleri yazayım:

> Bir kamu kurumuna bağlı olmasına rağmen hafta sonları da hizmet veriyor olmaları çok güzel. (Cumartesi, pazar dahil çalışma saatleri 08:00-20:30 arası).

> O gün görevli olan hanım o kadar ilgiliydi ki... İçten ve samimi, kitapları seven bir kütüphane görevlisiyle tanışmak beni çok mutlu etti. Kısa ama tatlı bir muhabbet etme imkanımız da oldu.

> 0-6 yaş öncesi için bölüm bulundurmaları taktire şayan. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı olarak bu içerikle hizmet veren sadece 3 adet çocuk kütüphanesi varmış şu an maalesef (diğer ikisi Ankara ve İzmir'de imiş).

> Bina tarihi olması sebebi ile insana daha da bir cazip geliyor. Üst kat daha çok güneş alıyor, aydınlık ve ferah.

Şimdi de (bana göre) geliştirilmesi gereken yönlerini paylaşmak istiyorum.

>> Kitapların ve süreli yayınların çeşitliği artırılmalı kanaatindeyim. Dediğim gibi, zamanımızın çoğunu anaokulu öncesi yaş grubuna ayrılan bölümde geçirdik. Daha büyük yaş grupları için kitap çeşitliliği yeterlidir belki, bilemiyorum ama bizim baktığımız bölümdeki çeşitlilik oldukça az geldi bize. Elimizde emsali olan kitaplardı çoğu. O sebeple bizim minnoşa oyun daha cazip geldi. Yoksa D&R'ye falan gittiğimizde kıyameti koparıyor çocuk kitapları bölümünden çıktığımızda. Hareketli kitaplar, dokun-hisset türündeki duyusal kitaplar bebeklerin çok ilgisini çekiyor.

>> Kitap çeşitliliği konusundaki düşüncelerimi görevli hanımla paylaştım. Satın alınmasını istediğimiz kitaplar için talepte bulunabilir miyiz diye sordum ve olumlu yanıt aldım. Beğendiğim bir kaç seriyi ve yayınevini belirttim, o da not aldı sağolsun. Ama satın alma ve tedarik süreci oldukça uzun sürecek tabi. Bir kamu kurumunun malzeme almak için ihaleye çıkması, sürecin tamamlanması... oldukça uzun bir zaman dilimini kapsayacaktır.

>> Oyun alanı, oyuncaklar ve kitapların biraz daha hijyenik olmasını beklerdim. Söz konusu çocuklar olunca temiz tutmak zordur, anlıyorum. Amma ve lakin temiz olması da bir gerekliliktir.

>> Görevli hanım, okulların tatil döneminde olmasından ötürü kütüphanenin nispeten sakin olduğunu belirtti. Bana göre, durum tam tersi olmalı aslında. Çocukların boş (?) olan vakitlerinde kütüphaneye gelmesi ne kadar güzel. Tabi bunun için o mekanların cazip halde olması lazım. Belki de aktiviteler düzenleyip, duyurular yapılması lazım?

Kütüphanelerin artık döneme ayak uydurup, kendilerini yenilemeleri gerekiyor kanaatindeyim. Bilhassa halkın ilk etapta ziyarete edebileceği nitelikte olan, İl Halk Kütüphaneleri ve belediyelere bağlı kütüphanelerin. Çünkü o binalar, o kitaplar ücretsiz birer bilgi kaynağı. İnsanların etkileşimde bulunup, fikir alışverişi yapabilecekleri sosyal ve yaşayan mekanlar. Bir kıpırdanma, çeşitli aktiviteler düzenleme dalgası var. Taktir ediyorum (kutupanne.com sitesi bu konuda fikir verebilir).



Selimiye Çocuk Kütüphanesi ile ilgili olarak bu videoyu izleyebilirsiniz. Fotoğraf ve istatistiki bir takım bilgi için de kutupanne.com sitesini ziyaret edebilirsiniz.

Sırada İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Nasreddin Hoca Çocuk Kütüphanesi var tarafımızca ziyaret edilecek olan. Bakalım oraya yolumuz ne zaman düşer. Düşünce sizin de haberiniz olur mutlaka;)

Beni Instagram'da @birdunyafikir hesabından takip edebilirsiniz...

16 Ağustos 2017 Çarşamba

İSTİFÇİ YAŞANTIMDAN NASIL KURTULUYORUM?

Belki doğum yaptığım, belki doğum sebebi ile iş yaşantısına ara verip evde vakit geçirmek durumunda kaldığım, belki yaşantımın 10 yıllık bir zaman dilimini daha tamamlamış olmak, belki de mantık olarak yeni bir düzeye evrilmem sebebi ile hayatımda pek çok şeyi daha çok gözlemler, daha çok sorgular ve daha çok çözüm yolu arar oldum. Uzunca bir zamandır çok fazla düşündüğüm, çok fazla şeyi değiştirmeye çalıştığım ve girişimde de bulunduğum için, öncelikle hangisini paylaşacağım, hangisini yazacağım konusunda kararsız kaldım aslında. Ama birincil olarak, pek çoğumuzun ortak noktası olduğunu düşündüğüm istifçi yaşam tarzı hakkında yazmaya niyetlendim.

İstifçi kelimesinin Türk Dil Kurumu'nun Büyük Türkçe Sözlük'teki anlamı; stokçu. Stokçu ne yapar? Biriktirir. Tutar. Saklar. Ben de bir dönem -hatta uzunca bir dönem- aynen öyle yaptım. Çalıştığım dönem evde vakit geçirmeye pek vaktim olmuyordu. Zaten İstanbul'da işten çıkıp eve gelmek, yemek, dinlenmek, uyumak derken gün hemen geceye kavuşuveriyor. Hafta sonu azıcık gezeyim, biraz ev işi yapayım, biraz da dinleneyim derken yeni bir hafta göz açıp kapayıncaya kadar kapıya dayanıveriyor. Aslında alışveriş delisi bir insan değilim. İndirim yazısını gördüm diye beğendiğim şeyleri hemen alıvermem. Düşünürüm ihtiyacım var mı, nerede nasıl kullanırım diye. Lakin böyle olmasına rağmen evin içinde hep bir kalabalık, hep bir eşya, hep bir bunalma hali geliyordu bana. Alışveriş meraklısı olmasam da, evdeki eşyaların artış göstermesinde etkisi olan bazı faktörler vardı. 

Mesela;

- Annem-ablam ve benim aramda bir eşya döngüsü vardır. Hediyeleştiğimiz için anısı olan eşya çoktur evlerimizde. Yada birimizin kullandığı (ev eşyası, süs, kıyafet, vb.) bir eşya, diğerine transfer olur. Ablama artık dar gelen, ama aldığı dönemde ciddi bir meblağ ödediği yada özel diktirdiği bir tunik, benim dolabımda kendine yer bulur. Yada bazanın altında... Yada gün gelir nasıl olsa kullanırım mantığı ile sakladığım zibilyon tane eşyanın yanında bir yerlerde...

- Bana hediye gelen ama kullanmaya pek de hevesle olmadığım bazı şeyler de yer kaplardı mesela evde (bilhassa düğünümüzde gelen hediyelerden epey bir eşya bazalı kanepenin altını oldukça işgal etmişti. Bir sürü Borcam (bence Borcam'ın hediye olarak götürülmesi yasaklanmalı memlekette:), havlu, kahve fincanı,... nöbet tutuyordu koltuk takımının bazasında...

- Fazla kıyafet, hemen herkesin başını ağrıtan bir meseledir sanırım... Zaman zaman eleme yapsam da, illa ki bir fazlalık çıkar.

- Kitaplarım çok değerlidir benim. Evde en sevdiğim bölümdür kitaplıklar. Küçüklü büyüklü dizi dizi ciltlere bakınca çok mutlu olurum. Ama hayat okuduğum kitabı ikinci kez okuyacak kadar uzun değil diye düşündürtüyor artık bana (tamam, bazı kitaplar hariç olabilir).

- Sağda solda gezen faturalar, aidat makbuzları, fişler, bir zaman önemi olan ama artık önemi yitirmiş olan notlar, nereye atılacağı-ne yapılacağı bir türlü bilinemeyen "şey"ler (evet, "şey" kelimesi, durumun tam karşılığı oluyor)

- Mutfakta dolapları açınca insanın üzerine devrilecek kadar çok olan kap-kacak-saklama kabı-kuru bakliyat-falan filan...

Aayy, yazarken içim daraldı! Yazdıklarım bir solukta aklımda gelenler. Bunun dışında daha biiiiiiir sürü gereksiz şey vardı evde bir türlü kıyıp atamadığım, satamadığım, veremediğim.

Bu kalabalık beni hep rahatsız ediyordu. Aslında evdeki kalabalığı yetersiz olan dolap sayımıza yükleyerek kendimi rahatlatmak istesem de bilinç altım evde güzel bir ayıklama yapmam gerektiğini söylüyordu hep. Ben bu ayıklama işini sürekli ertelerken, bir gün bebeğimiz olacağını öğrendik. Bebek... Eve yeni gelecek bir birey. Pek tabi onun için bir oda. Odada mobilyaları, sevimli eşyaları, minnak kıyafetleri... İyi ama, ben evde yer yok derken, bir odayı boşaltıp nasıl yeni eşyalar sığdırabilirdim? İşim gerçekten zordu. Çünkü ilk aylar ciddi mide bulantılarıyla gözüm hiçbir şey görmüyordu. Mide bulantılarından kurtulup, ikinci 3 aylık periyota geçtiğimizde sıcaklar bastı, yaz tatili oldu, memlekete gittim geldim, yatılı misafirler geldi derken yine istediğim ayıklama işini yapamadım. Ama kafam sürekli dolu! Çocuğa bir türlü oda hazırlayamıyorum! Son aylara gelince zaten gezip dolaşacak mecal kalmadı. Derken ben gönlüme göre bir oda hazırlayamadan kaldım mı ortada? Gönlümü ferahlatan tek nokta şuydu; yeğenim için kullanılan hasır sepet, bebeğin mobil odasıydı gözümde. Nerede yatarsak taşıyabileceğimiz, özel bir odaya gereksinim duymadan kullanabileceğimiz bir unsurdu bizim için. Bebek biraz büyüyüp, ben rahata erip, çocuğun huyunu suyunu biraz öğrenince evi boşaltacak ve gönlüme göre bir oda hazırlayabilecektim. Ama işler hiç de öyle gelişmedi.

Doğum sonrası -özellikle önceden çalışan annelerde gelişen ve amiyane tabirle- evde durunca kafayı yeme eşiğine gelme sendromu bende muazzam bir şekilde gelişti maalesef. Aylarca kendime gelemedim, evde durmaktan bunaldım, kendi evimi bırakıp resmen annemlere yerleştim (bildiğiniz yerleştim ama... ve annemler bizden farklı bir şehirde yaşıyor...) Eşim her hafta sonu bizi görmeye geliyor, ben husursuzum, ev yine üstüme gelecek diye eve dönmek istemiyorum falan... Korkunç bir dönemdi... Allah razı olsun, haklarını ödeyemem, ailem ve eşim öyle çok sabrettiler ki bana... Şu an fark ediyorum ki evde durmak istemememin en temel sebebi, evin üstüme üstüme gelmesi. Evdeki ve dahi ona bağlı olarak kafamdaki karmaşa. Bebeğe güzel bir oda hazırlayamamış olmanın verdiği huzursuzluk (Süslü püslü bir oda değil kastettiğim. Ona özel bir alan oluşturamamış olmamdı. Bunda pek çok unsur vardı aslında. Ev dardı, bazalı mobilyaya ihtiyaç vardı, ailelerimiz şehir dışında olduğu için o mobilyalara ihtiyacım vardı, onları gözden çıkaramadığım için bebeğe hangi odayı boşaltabilirdim? Küçük ve sevimli mobilyalar mı almalıydım bebeğim için yoksa uzun yıllar kullanabileceği mobilyalar mı olmalıydı? gibi bir sürü şey beni çok bunalttı.) Epey uzunca bir aradan sonra aslında bu durumun lehimize gelişeceğinden haberim yoktu ama tabi (sanırım bebek odası  ve bebekli bir aile için uygun ev tasarımı konusu ayrı bir yazı konusu olacak)...

Böyle böyle derken zaman geçti. Deli gibi düşünüyorum ne yapmalıyım diye. Evi boşaltacağım, tamam, ama vaktim yok! Bebek her şeyi ile bana bağlı... Uyku, beslenme, oyun... Geceleri zaten bölük pörçük uyuyorum... Derken önceden duyduğum Derle,Topla, Rahatla isimli kitap geldi aklıma. Yorumlarını okudum, kitabı yorumlayan blogları araştırdım. Niyetim kitabı alıp okumaktı fakat pek çok yerde kitabın bir çok noktada tekrara düştüğünü okuyunca ve blog yazılarından, yorumlardan ana fikri anlayınca okumaktan vazgeçtim. Çıkan sonuç şuydu; bir eşya sana artık mutluluk vermiyorsa, ortamında bulundurma! Eşyalarına, anılarına deli gibi bağlı olan ve istifçilik yapan ben için bu ilk dönüm noktası oldu. İlk diyorum, çünkü aklımı kurcalayan farklı noktalar da vardı. Mesela evdeki koyu renkli pek çok mobilya (evlenirken genellikle bekarlık döneminde kullandığımız eşyaları birleştirerek kurduk evimizi... daha doğrusu benim zaten oturmakta olduğum eve entegre ettik desem daha doğru). Daha uygun bir ev bulup taşındığımızda eşyalarımızı değiştiririz diye düşünmüştük hep. Ama o daha uygun evi bir türlü bulamadık henüz:) İdare etme mantığı artık yolun sonuna gelmişti benim için. Yeterince idare etmiştim ama artık dayanacak halim kalmamıştı. Evin düzeni de bebek için çok uygun değildi. Ev dar, eşyalar büyük olunca çocuğun rahatça oynayacağı bir yer bulmak zor olacaktı. O yüzden mobilyalar da değişmeliydi (en azından bir kısmı). Hem artık daha sade, daha doğal bir ev yaşantısı istiyordum. Mesela baza olmamalıydı evde, fazla eşya da tabi... E ben çalışmıyorum şu an, kaldık bir maaş. Mobilya diyorum, değiştirmek diyorum, çoğunu diyorum... Masraf kapıda... Ama devir ekonomi devri. Peki ne yapmalı? İşin şakası bir yana, Allah'a şükür şu an için tek maaş kalsak da mantıklı bir plan dahilinde istediğimiz eşyaları alabilecek durumdayız. Fakat hep yeni mi tüketmemiz gerekiyor? Aldığımız her sıfır ürün için enerji ve doğal kaynak sarfiyatı, nakliye esnasında çıkan emisyon ve çevre kirliliği gibi hususları da daha çok göz önünde bulunduruyorum artık. Şunu da eklemekte fayda görüyorum; (konudan konuya geçiyormuş gibi oluyor ama hepsi birbiriyle bağımlı benim gözümde, o yüzden eklemek istiyorum) bebek büyürken okuduğum kitaplar, bloklar, internet siteleri vasıtasıyla sürekli olarak bir yandan da bebek için uygun bir oda ve ev dizaynı nasıl olmalı, evde eğitim nasıl verilmeli gibi şeyleri incelerken yabanelma blogunda okuduğum şu yazı ile aklımda şimşekler çaktı, fikirler uçuşmaya başladı. Sade, çocuklu bir aileye uygun, mümkün olan en az masrafla ama en fonksiyonel evi oluşturmaya dair bir sürü şey şekillenmeye başladı aklımda. Fotoğraflara bakmaya doyamadım. Kitaplar, sade ama hoş mobilyalar, ahşap oyuncaklar, doğal bir yaşam... İstediğim buydu işte benim! Hiç unutmuyorum o yazıyı okuduğum geceyi... Normalde çoktan yatıp uyumam gerekiyordu ertesi gün bebeğin enerjisine eşlik edebilmek için:) Ama yok, kalbim nasıl çarpıyor, nasıl heyecanlanıyorum? Anlatamam:)


En temelde yapmam gereken şeyi biliyordum; 

Evde gereksiz ne varsa (beni huzursuz eden-anısı var diye sakladığım ama kullanmadığım, dar gelen/kullanmayacağım kıyafetler, gereksiz notlar/fişler/vs., plastik saklama kapları, lüzumsuz mutfak gereçleri) elenecek. 

Satılabilecek olanlar satılacak.  İhtiyaç sahiplerine verilebilecek olanlar verilecek. Kitaplar (bir kısmı tabi) satılacak yada bağışlanacak. 

Ve yavaş yavaş girişimlere başladık. Yaz döneminde eve dönmüş ve ayıklama işini kısmen yapmıştım ama yeterli değildi. Detaylı ayıklama ve eşyaları satma işine karar verdiğimizde ise annemlerde kalıyordum yine. Eşimle sürekli yazışarak, telefonla konuşarak bazı işleri halletmeye çalıştık. Mesela dolaptaki çantalarımın fotoğrafını gönderiyordu bana. Ben de söylüyordum, şunu şunu kullanmayacağım, yeğenim istiyor, gelirken getirir misin, ona vereceğim falan gibi... Satmaya karar verdiğimiz eşyaları fotoğraflıyordu yine eşim. Ben de sahibinden.com ve letgo gibi sitelere yüklüyordum. Gelen mesajlara cevap verip, epeyce bir şeyi elimizden çıkardık. Halen satışta olan ürünlerimiz de var. Bununla birlikte almamız gereken mobilyalar da vardı tabi. Bahsettiğim sitelerden ciddi ve sıkı biçimde ürün araştırdım, takipledim, pazarlık yaptım ve gönlüme göre temiz, güzel bir kaç parça eşyayı aldık. Biz eve dönmeden eşim bir arkadaşımızla onları aldı (aldıklarımız dolap, şifonyer gibi ürünler) ve kurdu. Bence harika oldular! :) Sıfırlarını alacağımız fiyatın yarısına, istediğimiz eşyaları almış olduk. Şunu kabul ediyorum, sıfır ürünle kıyaslanmaz elbette. Küçük çizikleri falan olabiliyor. Ama biz bebekli ve kiracı bir aileyiz. Bebek büyürken zaten kısmen hasar görüyor eşyalar. Ne zaman taşınacağımız da belli değil. Temiz olduktan sonra bir takım ürünü ikinci el kullanmayı çok mantıklı buluyorum artık. Öyle şeyler düşüyor ki o sitelere, insan şaşırıyor! Akla hayale gelmeyecek semtlerden alış-satış yapan bir sürü insan var. Önceden hiç aklıma gelmezdi doğrusu:) Ama sıkı takiplemek lazım... Yurt dışında pek meşhur olan garage sale durumu aslında bir nevi. Başkasının işine yaramayan bir şey sizin açınızdan oldukça iş gören bir unsur olabiliyor, yada sizin gözden çıkardığınız bir ürün başkasının oldukça işine yarayabiliyor.
İhtiyaç sahiplerine verilebilecek bazı eşyalarımızı bu yazımda daha önceden de yazdığım üzere belediyeye teslim ettik. Aslında yolun başındayım henüz. Aklımda planım hazır. Bebeğim uyuduğunda vakit buldukça eşinmeye devam ediyorum evde:) Öyle şeyler çıkıyor ki sakladığım... Aayyy:) Mutfak olayına henüz vakıf değilim, onu sona bıraktım. Ama elime geçtikçe atıyorum bir sürü şeyi...

İşte böyle... Arınmaya, huzur bulmaya ihtiyacım varmış. Az tüketim, az eşya, doğal kaynakların az tüketimi ve az eşyanın getirdiği mutluluk. İşi azalıyor insanın. Evde enerji daha rahat geziyor. Dolabı açınca üzerinize devrilecekmiş gibi olmuyor. Gerçekten, arınmak güzel şey... İçinizdeki sıkıntının sebebi gereksiz eşyalarınız olabilir. Bence iç sesinizi bir dinleyin;)

12 Temmuz 2017 Çarşamba

KANAVİÇELİ ABAJUR/AVİZE YAPIMI

Bebeğimizin odası için abajur/avize arayışlarım sırasında aklımda olan bir model vardı. IKEA'nın eski bir ürünü aslında; nakışlı, kuşlu, dallı, renkli menkli sevimli bir abajur... Ablam yeğenimin odası için aldığında bayılmıştım. Ammavelakin o ürünü bir daha IKEA'da bulamadım. İnternette epeyce araştırdım, nafile... Farklı markaların nakışlı ürünlerini inceledim. Bir üründe nakış işin içine girince, fiyat otomatik olarak 1.5 kat falan artıyor sanırım. Tam gönlüme göre olmasa da bir abajuru kestirdim gözüme. Denizci temalı, üstünde gemi, deniz feneri, su taşından yapılmış dalga ve mavi kumaştan bir deniz. Nakışla bir şeyler de yazılmıştı üzerine ama ne yazılı olduğunu anımsayamıyorum şu an. Sipariş verdik ama içime de tam sinmedi. Abajurun ebatları sanki odamıza büyük gelecek gibi hissediyordum. Fiyatı da biraz fazla gelmişti aslında, geçen yaz 90 tl idi. Derken abajur eve geldi, merakla hemen açtık ve duvara astık. I ı... Olmamıştı. Düşündüğüm gibi, odamız için büyüktü. Zaten fiyatı da fazlaydı. Dedim, iade edelim biz bunu. E peki benim nakışlı abajur hevesim ne olacak? Annem de bizdeydi. Düşündük taşındık. Dedim, beyaz bir abajur alsak... Üzerine kanaviçeden istediğim motifleri işlesem ve kanaviçe kumaşını abajura bir şekilde sabitlesek? Neden olmasın dedi annem. Gittik KOÇTAŞ'tan beyaz bir abajur aldık 45 tl'ye. Ebatları öncekine oranla daha küçük... Oh mis... Lambayı takmak ve abajuru duvara sabitlemek için olan aparat abajurdan ayrı satılıyor. Yalan olmasın, o da 20 tl idi sanırım. Aldık onu da. Mevzu işleme kısmında tabi... Öncelikle hangi motifleri işlesem diye düşündüm. Yelkenli, çapa ve deniz fenerinde karar kıldım. İnternet derya deniz. Bir sürü motif şablonu var. Ama önemli olan, işlediğim zaman ebatlarının abajur üzerinde birbirleri ile uyumlu olması. Motiflerdeki çarpıların sayılarıyla oynamam gerekti. Bazı yerlerde artırdım, bazı yerlerde genişlettim. Bazı yerlerini de uydurdum:)


Belki işlemek isteyen olur, motifleri tek tek yakından ekleyeyim.


Yelkenliyi işlerken epeyce uydurduğumu söylemem lazım:) Başka türlü denk getiremedim:)


Çapayı sanırım orijinal sayılarıyla işlemiştim.


Bu arkadaş da deniz fenerimiz...

İşlemeleri yaptıktan sonra etamin kumaşının çevresini hafif fırçıttım. Kumaş beyaz, abajur beyaz, biraz renk olsun diye de kumaşın kenar kısımlarına basit şeritler işledim. Motifleri sıcak silikon tabancası ile abajura yapıştırdım. Tam hayalindeki gibi oldu mu Beyza derseniz, cık derim. Ama elimden gelen bu kadarı oldu:) Abajur tam silindir şeklinde olsa, üzerinde çalışmak daha kolay olurdu. Alırken onu hesap edememişim. Bizimki yukarıdan aşağıya genişlediği için, bir şey yapıştırmak biraz güç. Mavi kumaşla deniz yapılabilirdi mesela, ama kumaş her noktada eşit dönmeyeceği için problem olur diye hiç girmedim o işlere. El emeğimi kullanmak güzel bir şey ama, onu inkar edemem. Maliyet olarak da daha uygun oldu tabi. Ha el emeğinin karşılığı yok, o ayrı;) Tamamlayıp asalı 1 sene oldu olacak neredeyse. Yazmaya ancak fırsatım oldu. Küçük de olsa bir fikir vermiştir umarım;)

Instagram'da @birdunyafikir hesabından takip edebilirsiniz...

10 Temmuz 2017 Pazartesi

BEBEK YATAĞI SEÇME GÜÇLÜĞÜ

İnsan bebek sahibi olacağını öğrenip hazırlık aşamasına geçtiği anda, o güne kadar hiç de ilgi alanına girmeyen pek çok şey artık odak noktası oluyor. Temin edilmesi gereken bir sürü şey sizi bekliyor. Satın alma konusunda bizi en çok zorlayan elemanlar yatak, bebek arabası, ev tipi ana kucağı ve oto koltuğu olmuştu. Modeller, ürün kaliteleri ve fiyatlar arasında epeyce fark oluyor tabi. Tüm araştırmalarımız, mağaza mağaza gezip tozmalarımız, ürün yorumlarını okumalarımız ve satış görevlileri ile fikir alışverişlerimiz neticesinde ben şu kanıya vardım; ilk olarak üründe bulunmasını istediğiniz önceliği kafanızda belirleyin. Çünkü bu ürün gruplarında en iyi diye bir şey yok. İhtiyacınızı maksimum şekilde sağlayan ürün, en iyi ürün. O üründe dahi "şurası da şöyle olsa iyi olurmuş" diyebileceğiniz şeyler olabiliyor zira. 

Yukarıda da belirttiğim gibi, alma arefesinde internetten oldukça araştırma yaptık eşimle. Ürün yorumlarını, blogları okuduk. Tecrübeyi paylaşmak önemli. Bu sebeple belki arayış içinde olan, fikir edinmek isteyen birilerine bir nebze faydası olabilir düşüncesi ve tabiri caizse internete olan vefa borcumu ödemek adına bebek yatağı seçimimizi nasıl yaptığımız konusundaki tecrübelerimi paylaşmak istedim.

Öncelikle şunu söyleyeyim; bebeğimiz doğmadan önceki düşüncemiz, onunla aynı odada uyumak yönünde idi. Aslında bebek doğmadan önce öyle süslü püslü, cici mobilyalı bir oda da hazırlamadık. Yanımızda yatabileceği bir yatak ayarlayabilmek ilk etapta işimizi görecek diye düşündük. Bebeğin karakterini biraz daha tanıyıp anlayınca, ona göre bir oda planlaması yaparız dedik. Ablamın bana bir önerisi oldu. Yeğenim için alınan çok şirin bir hasır sepet vardı. İçine pamuk yatak da diktirilmişti. Bu seyyar yatağın ilk aylar için kullanım açısından bize rahatlık sağlayacağını düşündük. Hafif olduğu için taşıması kolaydı, pamuk da sağlıklı bir malzeme olduğu için bebeğimiz rahat eder diye düşündük. İlk aylar için çözümümüz hazır diye geçse de içimizden, arayışlarımız devam etti. Acaba park yatak mı alsak diye epeyce bir bakındık. Joker, Ebebek gibi büyük bebek mağazalarının yanı sıra şu an adını anımsamadığım bir sürü dükkanı defalarca gezdik. Ebebek mağazasındaki Joie Illusion park yatak pek bir gözümde kalsa da bir türlü emin olamadım. Bebeği kucaklayıp o yatağın içine koymak, bebek ağırlaştıkça, ilerleyen aylarda benim açımdan sıkıntı olur diye düşündüm hep ve bir türlü "evet,bu olsun" diyemedim. Nihai kararımız, ilk 4-5 ay için sepet yatağımızı kullanmak yönünde oldu.


Konu bebek olunca planlar pek tutmuyor:) Hastaneden çıkıp eve geldik ve bebeğimiz bu yatakta sadece 40 gün yatabildi. Çünkü biz 15 günlüğüne diye gidip, aylarca annemlerde kalmak durumunda kaldık. Evimize tekrar döndüğümüzde bebeğimiz emekliyordu ve boyu artık bu sepete tabi ki sığmıyordu:) Hal böyle olunca "e bu çocuk şimdi nerede yatacak?" mevzusu bir kez daha gündemimize oturdu. Yine mağaza dolaşmalar falan derken, farklı şeyler almak için gittiğimiz İSTOÇ'ta fikir edinelim diye baktığımız bir park yatağın içine bakmak için eğilmemle birlikte aldığım plastik kokusu neticesinde asla park yatak almamaya karar verdim. Tabi şunu da eklemem lazım, bu zaman sürecinde bebekli bir evin dizaynı nasıl olmalı, çocuk gelişimi açısından  bebek mobilyalarında nelere dikkat edilmeli gibi konular hakkında çok okudum. Ve şu nokta, o andan itibaren benim için yol gösterici oldu: çocuğa ait eşyalar, onun kolaylıkla erişebileceği yükseklikte olmalı ki çocuk ihtiyaçlarını başkalarına muhtaç olmadan karşılayabilsin (evet, Montessori Metodu:) Ve kullanılan eşyalar mümkün mertebe doğal malzemeden oluşsun (ahşap mobilyalar bana iyice göz kırpmaya başlamıştı). Hal böyle olunca, biz de basit ve beşik tarzında, hafif bir ürün alalım, sonrasında yer yatağına geçiş yaparız dedik. Agashi marka beyaz bir beşik aldık. Bizim aldığımız dönemde (2016 yazı) piyasaya yeni giriyorlardı. Şu an Joker mağazalarında bizim aldığımız fiyatın epeyce altına satılıyor;) Yapboz gibi bir yatak, çivi falan gibi bağlantı elemanları yok. Parçalar birbirine plastik apartlar ile tutturuluyor. Tekerlek çıkarıldığı zaman beşik gibi sallanabiliyor. Pratik, hafif bir ürün. Her ne kadar yatağın kullanım süresi için 6 yaşa kadar uygun dense de bebeğin boyu uzadıkça yatağın korkuluklarını aşma hevesi artıyor. Kilo aldıkça, yatağın içinde dönerken de biraz ses çıkıyor (yatak hafif çünkü). İkea beşiklerinde de aynı problem var diye okumuştum. Ama 1.5-2 yaşa kadar idare eder. Zaten o vakitten sonra da bebek düşebileceği gerekçesi ile yüksekte yatmamalı bence.


Bu yatağı da çok uzun kullanmak nasip olmadı bize:) Bitip tükenmek bilmeyen göçebelik hayatımız sebebi ile yavrucağızım 4 ay belki yattı herhalde. Bu yatağın bir dezavantajı, bebek başını vurmasın diye beşik koruma kullanıldığında, çocuğun çok terlemesi... Bizim bebek çoğunlukla yüzükoyun yattığı için de çok terliyor gerçi. İkea'nın yaklaşık 15-20 cm yüksekliğindeki beşik koruması, bu ürün için ideal. Beşikteki boşlukları tam kapatacak şekilde koruma kullanınca çocuk çok terliyor (bu durum koruma kullanılan tüm yataklar için geçerli olabilir mantıken). Her şeye rağmen severek aldık ve kullandık. Ama minnak böcek tırmanma çabalarına girince yer yatağına geçiş sürecimizi hızlandırdık.

İnternette, İnstagramda Montessori yatağı diye bir furya var. 4 tarafı ahşap, üst kısmı çatı gibi, en düşük fiyat 1.000 tl benim gördüğüm. Şaka gibi bir şey. Anneler çocukları için en iyisini yapmak ister hep, tamam. Ama 1.000 tl lik ahşap çerçeve ve çatı olmayınca, çocuk o yatağa kendisi erişemiyor mu çok merak ediyorum? Amaç o zaten, çocuk uykusu gelince yatağına kendi yatabilsin. Uyanınca düşüp şaşmadan kalkabilsin. Biz o kafadayız yani en azından:) Bundan mütevellit, yeniden yatak arayışına başladık:) İşbir, Doğtaş, Yataş, İstikbal, Yatsan, falan filan yine bir sürü marka gezdik. Ben aslında eski usul, pamuk yataktan yanaydım. İnternette bebekler için şu an en çok önerilen yatak türü ise lateks yatak. Gezdiğimiz mağazalardaki satış görevlileri ağız birliği yapmışçasını şunu söyledi; eskiden pamuk ve yün sağlıklıydı, evet. Fakat şu an alerjik reaksiyonlar eskiye oranla çok daha fazla. İstanbul nemli bir şehir. Pamuk ve yün, nemli ortamlarda bakteriler için uygun bir mekan. Balkonlar küçük. Pamuk yada yün yatağınızı açıp güneşletebilme imkanınız var mı? Pek yok... Bu sebeple doğal bir kauçuk olan lateks, bebekler için güvenilir bir malzeme... Biraz düşününce aklıma yattı. İçime en çok sinen ürün de Yatsan Tempur'un Popcorn bebek yatağı oldu ve onu aldık. Taklitlerinin çıkmasından çekinildiği için, içeriğinde küçük bir değişiklik yapılacağını ve farklı isimle piyasaya yeniden çıkacağını söylemişlerdi satın alma sürecinde. Şu an baktım, internet sitesinde görünmüyor ürün. Ben oldukça memnunum yataktan. İç malzemesi zaten doğal. Kumaşındaki pamuk oranı yüksek ve kaliteli bir kumaş. Oldukça fazla terleyen bir bebek için doğru seçim olduğunu düşünüyorum. Özel ölçü üretme imkanı da var. Fiyat piyasa ortalamasına göre biraz yüksek ama değer bence. Çünkü bir bebek günün en az üçte birini yatağında geçiriyor. Ha tam anlamıyla havalı bir Montessori yatağı olmadı bizimki:) Yan kısmına bebiko uyurken yere düşmesin diye yastık koyuyoruz ama hiç de sorun değil bizim açımızdan;) O da sınırlarını öğrendi artık. İlk günlerde yastıkların üzerinde buluyorduk uyandığımızda ama şu an durum stabil... İlerleyen süreçte, belki kendimiz -1.000 tl olmasa da- basit bir şekilde, ahşap bir çerçeve yaptırırız çevresine. Ya da az yüksekliği olan bir yatak alırız.

Umarım bir fikir verebilmişimdir. Bebikolara (ve dahi annelerine) bol ve huzurlu uykular getirsin yatakları.

3 Nisan 2017 Pazartesi

İKİNCİ EL ANNE BEBEK EŞYASI MI?

İnsanların en kolay sömürüldüğü konulardan biri çocukları için yapacakları alışveriş tercihleri bence. Çünkü anne babalar hep "yemedim yedirdim, giymedim giydirdim" derler:) Durum o kadar çocukların lehine görünüyor yani bu sözle... Fakat günümüzde pek çok üründe olduğu gibi seçenek çok. Malın iyisi var, kötüsü var. Ama isteyerek ama istemeyerek maruz kaldığımız tüm etkenlerle "al, al, al" bombardımanına hedefiz. Ebeveynler, çocuklarının emsallerine göre en akıllı, en iyi, en önce ve en hızlı yapan olmasını istiyorlar. Anne baba olmak artık bir maraton gibi. Çocuk yetiştirme konusunda farklı akımlar var. Artık eskisi gibi çocuğu sokağa salayım, acıkınca gelsin eline bir dilim ekmek üzerine evde mayalanmış yoğurttan sürüp üzerine biraz nane, kırmızı biber dökeyim de yeniden sokağa salayım gibi bir yetiştirme tarzına rastlayabilmek güç. Çünkü çocukların çıkıp dünyayı keşfedebilecekleri, yorgunluktan bayılıncaya kadar oynayabilecekleri sokaklar kalmadı maalesef pek... Evde, steril ortamda (?), dört duvar arasında bunalan çocukları oyalamak için meşgale bulmak lazım. E her zaman aynı oyuncakla oynamak çok cazip değil, yeni ürünler de almak lazım. Bu da maliyet demek...

Yada minnak bebekler için alınması gereken eşyalar... Bebek arabası misal... Ne menem şeydir onu seçebilmek... Hem de isabetli bir biçimde... Hem de küçük bir servet ödemeden... O çok sevimli bebek beşiği mesela... Çocuk sadece bir kaç ay yatacak içinde. Ama belki paşa gönlü yatmak istemeyecek. Bunu kim bilebilir? Ev tipi ana kucağı mı? Bizim bebek çok güzel eğleniyordu içinde, sizinki hiç durmadı mı? Hay Allah... Aktivite masası mı? Evet canııım, o yanarlı sönerli plastik masanın ortalama fiyatı üç haneli rakamlara varabiliyor. Hı hı, sahiden... Ve bir süre sonra yüzüne bakılmaz bir aymazlıkla çocuk tarafından bir kenara atılabiliyor. Kader... :)
Çocuklar için yapılan alışverişin kötü bir yanı daha var: çocuk plesantadan ayrılıp, dünyaya gözünü açtığı boyda ve ebatta kalmıyor malumunuz. Bilhassa beşikteki ve büyüme çağında olanlar... Boyu uzuyor, ayağı çabuk büyüyor, bir kullandığını bir daha kullanmak istemiyor, aylar önce indirimden alınan bir kıyafet dolabın bir köşesinde boynu bükük vaziyette unutulduğu için hiç kullanılmadan kenarda bekleyip duruyor. vs.

Gelelim hamilelik ve annelik olayına (ve dahi giderlerine)... Hamilelik dönemi NŞA'da (normal şartlar altında) 9 ay. Çocuk ehli keyifse bir 10 gün daha ekleyelim. Emzirme dönemi desek; 2 yılla doğumdan sonraki bir kaç gün, hafta ya da ay ile devam eden bir süreç. Bu dönemde bir anneye lazım olabilecek ürünler var: hamile kıyafetleri, lohusa pijaması/geceliği/tacı/terliği (normal sarf malzemesi değil dikkat, "lohusa" ibareli olması lazım:), göğüs pompası, göğüs pedi, göğüs kremi, çatlak kremi,... liste uzar da gider. Bu ürünlerin kimi gerçekten ihtiyaçtır, kimini anne/anne adayı heves ettiği için alır, kimi ürün hediye gelir. Bu arada bu zıbıttı çıktıların tamamı kullanılabildiği gibi bir kısmı kullanılmadan da kalabilir. Mesela göğüs pompası... Google amcada yapılan "doğum için hastane çantası hazırlığı" aramasında karşımıza çıkacak listelerin pek çoğunda göğüs pompası yer alır. Bu güzide cihazın fiyatı ortalama 150 tl diyelim. E annenin sütü yok, kullanmadı. Ne yapacak bunu? 

Bahsettiğimiz kategorideki ürünlerin genel anlamda ortak noktası şu: 
- ihtiyaçmış gibi görünüp kullanılmadan bir kenarda kalabilme potansiyeli,
- şanslı ise ve kullanılırsa kullanım ömürlerinin kısıtlı olması,
- bedellerinin yüksek olması,
- zaman ilerledikçe evin içinde/balkonda/kilerde/ardiyede/bodrumda giderek yer kaplamaları
- pek çoğunun halen kullanılabilir durumda ve bir başkasının ihtiyacını karşılayabilecek nitelikte olması
Artık ihtiyaç duymadığım, nur topu gibi bir sürü ürünüm var, aman sabahlar olmasın!

Söz konusu ürünleri şansınız varsa ve paylaşımcı bir ruha sahipseniz çevrenizdeki eşe-dosta yada ihtiyaç sahibi birine verebilirsiniz pek tabi. Aynı şekilde sizinle kendi eşyalarını paylaşanlar da olabilir. Ama bazen bu ortam oluşmuyor. Yada yaptığınız masrafın bir kısmını ürünlerinizi satarak yeniden kendinize döndürmek isteyebilirsiniz. Yada kısıtlı süre kullanacağınız ürünleri ikinci el olarak satın alabilirsiniz. Bunun için incelenebilecek pek çok internet sitesi mevcut. Üstelik bu sitelerde sadece ikinci el değil, hiç kullanılmayan ürünler de alınıp satılıyor. 

İkinci ele güvenilir mi peki?

İkinci el ürüne mesafe ile bakan pek çok kişi var aslında. Bilhassa ürünün temiz olup olmayacağı ile ilgili kuşkular başı çekiyordur sanırım. Bunun yanı sıra internet ortamında kime nasıl güveneyim, ödemeyi nasıl yapayım, teslimat nasıl olacak gibi soru işaretleri de zihinleri kurcalıyor olabilir. Şunu belirtmekte fayda var; bu tür alış-satış işlemlerini yapan 2 çeşit site yapılanması var.

Birinci grup; belirli bir komisyon karşılığında alış-satış işlemini düzenleyen, hem alıcı hem de satıcının çıkarlarını gözeten ve maduriyetlerini engellemeyi amaçlayan siteler (tutumluanne, kidimami, bebecruz gibi). 
İkinci grup ise hiç bir aracı olmaksızın alıcı ve satıcının birbirlerine olan itimatları ile işlemi gerçekleştirdiği siteler (sahibinden.com, letgo gibi)

İkinci el eşya ile çevreyi ve doğal kaynakları korumak mümkün...

Aslında şunu belirtmekte büyük fayda görüyorum; her türlü ürünü ikinci el olarak alıp kullanamam (ve de satmam). Fakat temizlenebilir, iyi durumda olan ve gerçekten birinin ihtiyacını görecek nitelikte olan eşyaların bu şekilde bir sirkülasyona girmesinin daha az doğal kaynak kullanımı, daha az çevre kirliliği ve kişiler için daha az maliyetle daha farklı ürün gamına sahip olma şansını sunduğuna canı gönülden inanıyorum. Yurt dışında oldukça yaygın olan, ülkemizde de farklı yerlerde yavaş yavaş boy göstermeye başlayan garage sale olayı aslında bu durum bir nevi.



Ben şu ana kadar bebeğim için pek ahşap oyuncak, ahşap yapboz, ev tipi ana kucağı, kendim okumak için çocuk gelişimi ile ilgili kitaplar (ki birdunyafikir ismiyle instagram hesabımda bu kitaplar hakkındaki fikirlerimi paylaşıyorum), hem de bebeğimin büyüyünce okuyabileceği nitelikte olan kitaplar satın aldım. Aman aman büyük bir problemle de hiç karşılaşmadım. Alış ve satışlarımı yukarıda bahsettiğim iki internet sitesi türünde de yaptım. Halen de satışta olan, yada satın aldığım ve kargo sürecinde olan ürünlerim var. 

Peki hangi ürünler alınıp satılabiliyor?

Anne ve bebeğe dair hemen her şey diyebilirim. Zıbın, kıyafet, yatak, beşik, ayakkabı, patik, mobilya, ahşap oyunca, plastik/peluş/figür oyuncak, kutu oyunları, yürüteç, hoppala, oto koltuğu, mama sandalyesi, kitap, hamile kıyafeti, göğüs pedi, ... aklınıza ne gelirse!

Bu yazı ikinci el anne bebek eşyaları konusunda bir başlangıç olsun. Farklı bir yazı ile şu ana kadar kullandığım siteler ve edindiğim tecrübeler hakkında da bir şeyler paylaşmayı düşünüyorum.

* Görseller alıntıdır.