23 Aralık 2019 Pazartesi

AYNALIKAVAK KASRI

Son zamanlarda gittiğim ve ortamında bulunmaktan muazzam mutluluk duyduğum Aynalıvak Kasrı hakkında yazmak istiyorum bugün.

Hasköy'de (Beyoğlu) bulunan kasır, bence henüz pek çok kişinin keşfetmediği, sakin ve kendi halinde şahane bir mekan. Milli Saraylar'a bağlı olarak hizmet veren kasır, mükemmel bir koruluğun içinde yer alıyor. 

2 hafta evvel pazar sabahı kahvaltı yapacak mekan arayışındayken, eşim birden "acaba Aynalıkavak Kasrı'nı mı denesek?" önerisini ortaya attı. İyi ki de attı, çünkü hepimiz bayıldık ortamın güzelliğine.


Giriş ücreti (Aralık 2019'da) tam 10 tl, öğrenci 5 tl, 65 yaş üstü ücretsizdi. Rengarenk sonbahar yapraklarına, tertemiz havaya, görüntüsü insanı kucaklayan kasıra bayıldık bahçeye girer girmez. Kahvaltımızı yapıp beynimize bir miktar glikoz gittikten sonra :) o enerji ile gezmeyi tercih ettik. Küçük, camekanlı kafede kahvaltımızı yaptık. Kahvaltı seçeneği tabakta ve serpme olmak üzere iki çeşit. Tabak fiyatı 30 tl, serpme (yanlış hatırlamıyorsam) 45 tl idi. Kahvaltı gayet doyurucu geldi bize. 3 büyük 1 çocuk için 2 kahvaltı tabağı almamıza rağmen gayet güzel doyduk. Görevliler mekânın verdiği huzurdan mıdır, bol oksijenden midir bilemedim, sağ olsunlar gayet güler yüzlüydüler.


Çam ağacının altına gizlemiş masada Türk kahvesi içmek ne keyifli olur ama...:)


Kahvaltıdan sonra bahçede gezindik. Hangi renge, ağaca, yaprağa bayılacağımı bilemedim:) Hava kapalıydı, yağmur yağdı yağacak... Öyle hoştu ki... Hepimiz şenlendik:)

Aynalıkavak Kasrı'nın tarih içindeki serüveninden bahsedeyim biraz. Bizans Dönemi'nde, kasırın bulunduğu koruluk imparatorlara ait dinlenme yeri özelliği taşırmış. Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettikten sonra, koru onun da ilgisini çekmiş. Bölgenin civarında Osmanlı Tersanesi bulunduğu için "Tersane Hasbahçesi" adıyla anılmaya başlanmış. İlk yapılaşma Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar gitmekte, inşası (bilinen) ilk kasır 1. Ahmet dönemine tekâbul etmekteymiş.Süreç içinde padişahların yaptırdığı kasırlarla gelişen "Tersane Sarayı" olarak bilinen yapılar topluluğu, 17. yüzyıldan itibaren Aynalıkavak Kasrı adıyla anılmaya başlanmış. Sultan 3. Ahmet döneminde yapıldığı sanılan kasır, 3. Selim döneminde büyük bir onarım görmüş ve bugünkü görünümüne kavuşmuş. (Kaynak için bkz.)



Türk musikisine olan ilgisi sebebiyle Aynalıkavak Kasrı Türk çalgılarının sergilendiği, hat yazıları ile duvarların bezendiği bir müze olarak halkın ziyaretine açılmış. Kasırın içinde fotoğraf çekimine müsaade edilmiyor. Bu sebeple görsel paylaşma imkanım yok maalesef. Saat başlarında ve buçuklarda bir görevli refakatinde içeriyi gezmek mümkün. Mobilyalar, halılar, hatlar, sergilenen müzik aletleri, en alt katta bulunan ve Türk Musikisi'ne katkıları bulunan şahsiyetlerin fotoğraflarının bulunduğu bölümler gayet hoş. Tarihi geçmişi olan mekanları gezmek, insana muhakkak bir şeyler katıyor. 3. Selim'in bestekâr olduğunu ve Türk Musikisi'ne kazandırdığı on dört yeni makam olduğunu (Acembuselik, Nevabuselik, Suzidilara gibi) bu vesile ile öğrendim mesela.



Giriş kısmında yer alan otoparkı, temiz havası, sakinliği, bol oksijeni ve insanın gözünü gönlünü açan rengarenk yaprakları, havuzları ve yeşillikleriyle bence ziyareti insana muazzam mutluluk veren tarihi bir miras Aynalıkavak Kasrı.



12 Aralık 2019 Perşembe

TÜRKİYE'NİN İLK BEZ BEBEK MÜZESİ

Bir vesile ile yolumun düştüğü yerleşim yerlerindeki kültürel mekânları şartlar el verdiği müddetçe ziyaret edebilmeyi seviyorum ve önemsiyorum. Neredeyse 1 sene önceydi, Denizli’ye gittiğimizde Türkiye’nin ilk bez bebek müzesini ziyaret etmeye niyetlenmiştik. Ancak mevsim kış, vücut hali hem bende hem oğlumda hastalık olunca, nasip olmamıştı. Kısmet, bir kaç hafta evvel gidebilmekmiş...

Emekli öğretmen olan Zeynep Karaaslan 7 yıl içinde 1.000’e yakın bez bebek üretir el emeği ile emek ilmek... Bir kısmını farklı şehirlerde sergileme imkânı bulur, bir kısmını dağıtır. Geriye kalan 800’e yakın bebeği Denizli Belediyesi’ne bağışlamaya karar verir. Balcı Evi olarak bilinen tarihi Denizli evi belediye tarafından restore edilir ve folklorik bebek müzesi olarak 2013 yılında ziyarete açılır. İsmi de Balcı Evi Zeynep Karaaslan Folklorik Bez Bebek Müzesi olarak anılmaya başlanır. Türkiye’nin ilk bez bebek müzesi olma sıfatını da hak etmiş olur.


El sanatlarına düşkün olan emekli öğretmenimiz, çocukluğunu annesinin diktiği bez bebeklerle geçirdiğini ifade eder. Bez bebeklerin geçmişi oldukça eskiye dayanmaktadır. Ve üretildiği yörenin kültürel özelliklerini de belirgin bir şekilde yansıtır. Zeynep Öğretmen bu sebeple bez bebekleri çok değerli görür ve kültürel mirasın gelecek nesillere aktarılması için birer köprü olduğunu düşünür. Denizli yaşantısını anlatan bez bebeklerin yanı sıra farklı malzemelerden yapılmış bebekler de müzede sergilenmektedir.  Saksı bebekler, düğme bebekler, kuklalar, yün bebekler, süpürge otundan, su kabağından, çoraptan ve şişeden yapılmış bebekler gibi... Elma kurusundan yapılan bebek dahi mevcut, varın siz düşünün çeşitliliği.



Babası ile uçurtma yapan çocuk, Eski Şeytan Pazarı’nda kurutulmuş kışlık sebze satan kadınlar, yufka ekmek yapan yaşmaklı teyzeler, Denizli’nin meşhur sesi Özay Gönlüm’ün türküsü olan çoban Çözde Mustafa Ali’nin eşi Hatice, kış için kurutmalık sebze çizen kadınlar, tarhana yapan bacılar, bohçacı kadınlar, namaz kılan dede, mehter takımı, bebek mevlüdü, ahilik töreni, Denizli efeleri, Denizli yöresi gelin götürme merasimi, kurşun dökme, kına yakma, bayramlaşma, kupa çekme, eski düğün ve kına gecesi gibi farklı konuların canlandırıldığı bebekler camekân dolaplar içerisinde ziyaretçilere sunuluyor.



Kınalı saçlı, çiçek fistanlı, üç etekli ve şalvarlı kıyafetiyle yaşmaklı kadınlar, beyaz sakallı dedeler ile köy odasında semaver başında sohbet eden emmileri izlemek insanın içini çocuksu bir coşku ile dolduruyor.

Balcı Evi’nin küçük ve sevimli bir de bahçesi var. Bahçede hem açık alanda hem de kapalı kısımda oturarak bir şeyler atıştırabilmek mümkün. Tostları gayet lezzetliydi. Daha da güzel olanı, Ege bölgesinde yaygın olarak pişirilen keşkek yemeğinin de yemek listesinde yer alıyor olmasıydı. 

Müzeyi ziyaret zamanımız, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bu yıl ilk kez uygulanan kasım ayı ara tatiline denk geldi. Belki o sebeple, bilemiyorum, küçük çocuğunu elinden tutup gelen annelerin sayısı bir hayli fazlaydı. Genç kızlar, anneanne/babaanne yaşındaki hanım teyzelerimiz de hararetle müzeyi geziyordu.


Müzeye giriş ücretsiz. Belirli günlerde randevu ile müzeyi ziyaret eden okul öğrencilerine Büyükşehir Belediyesi tiyatro sanatçıları tarafından kukla gösterileri de yapılıyormuş. Ayrıca atölye kısmında çocuklarla kukla ve bez bebekler de yapma imkânı mevcutmuş. Bu hali ile mekân kültürel olarak gerçekten güzel bir amaca hizmet ediyor. Çocukların, gençlerin bu şekilde etkinliklerle hemhal olması, yerel değerlerini unutmaksızın dünya kültürüne de katkı sağlaması çok değerli. Dilerim ki yerel yönetimlerin ya da imkanı olan bireysel girişimcilerin bu tarz projeleri nitelik ve sayı olarak artarak çoğalır.