20 Şubat 2020 Perşembe

5 ÇOCUK 5 İSTANBUL


Bazı kitaplar çocuk kitabı sınıfına girse bile yetişkinlere de hitap ediyor. 5 Çocuk 5 İstanbul kitabı da bence bu grupta değerlendirilebilecek güzel bir yazın. Betül Sayın tarafından kaleme alınan ve resimlenen eser Günışığı Kitaplığı tarafından yayınlanmış. Kitap, Uluslararası Çocuk Kitapları Kurulu (IBBY) tarafından 2006 yılı illüstrasyon (çizim) dalında onur listesinde yer almış.

* * *
5 Çocuk 5 İstanbul kitabında İstanbul’un tarih içindeki 5 farklı döneminde yaşayan 5 çocuğun kısa hikâyeleri yer alıyor. Her hikâyede yer alan nesne, bir sonraki hikâyenin kahramanı olan çocuğun gündelik hayatında kullandığı bir eşya. Hikâyeler arasındaki geçiş ve devamlılık bu şekilde çok güzel sağlanmış.

İlk hikâye günümüzün büyük kenti İstanbul’da yüksek bir apartman katında yaşayan turuncu saçlı Mert’in hikâyesi. Okuldaki tiyatro gösterisine yetişmenin tatlı telaşını yaşayan tavşan kostümlü Mert, gösterisini tamamladıktan sonra, rahatsızlanmış olan anneannesini ziyarete gidiyor. Anneanne İstanbul’un eski mahallelerinden birindeki ahşap bir evde yaşıyor. Mert’in bu evde en sevdiği şey, tavan arasındaki eski tahta sandık. Sandığın içinde türlü şey var. Bunların içinde Mert’in en çok ilgisini çeken şey ise, Hamdi Dedesinin çocukken taktığı kırmızı fes



İkinci hikâye 150 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da yaşayan kırmızı fesli Hamdi’nin hikâyesi. Hamdi sokakta macun yiyor, deniz kıyısındaki şenlikleri ve geminin direklerine bağlı iplerin üzerinde yürüyen hokkabazları hayranlıkla izliyor. Düğün alışverişi her dönemin gözdesi,  Hamdi’nin ablası için de düğün alışverişi amacıyla Kapalıçarşı’ya gidiliyor. Dükkânları gezerken Hamdi kuyumculardan birinin vitrininde çevresi mor taşlarla süslü çok güzel bir el aynası görüyor ve kuyumcuyla bu eski aynayı kimlerin kullandığını konuşurken hikâye noktalanıyor.

Üçüncü hikâye 1300 yıl önce Bizans İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’te yaşayan Mor Aynalı Helen’le ilgili. Annesini son salgın hastalıkta kaybeden Helen, küçük kardeşi ve babasıyla birlikte büyük bir konakta yaşıyor. Ve annesinden kalan mor taşlarla süslü el aynasını da elinden hiç düşürmüyor. Bir gün Helen, küçük kardeşi ve babası Hipodrom’da yapılan at yarışlarını izlemeye gidiyorlar. Mermerlerle kaplı kocaman alanda renkli anıtların, imparator heykellerinin arasından geçiyorlar. Hipodromu ikiye bölen Obelisk, Yılanlı Sütun ve Örme Dikilitaş sapasağlam ayakta… Hipodrom’dan çıktıktan sonra Konstantinopolis’in ana yolu ve Bizans Krallığı’nın protokol yolu olan Mese’de yürüyorlar. Bu esnada Helen dükkânlardan birinde üzerinde balık resimleri bulunan paralarla dolu mavi bir keseyi beğeniyor. Yaramaz kardeşinin keseyi çekiştirmesiyle paralar yere saçılıyor. Bu eski paralar kimlerin elinden geçmiştir diye kendi aralarında konuşurken hikâye sona eriyor.


Dördüncü hikâye 2300 yıl önce büyük liman kenti Bizantion’da yaşayan mavi para keseli Milya’ya ait. Milya ve dedesi sandalları ile denize açılıyor, İstanbul’un bereketli denizinden bol miktarda balık tutuyor. Mavi kese ve içindeki tunç paralar, dedesinin Milya’ya hediyesi… Diğer balıkçıların da katkısıyla limanda küfeler dolusu balık toplanıyor, akşam yemeğinde sofrada yine balık var. Milya’nın dedesi bol balık verdiği için tanrılarına şükranlarını sunmaları gerektiğini söylüyor. Ertesi gün meyve ve yemişlerle dolu bir sepet hazırlayarak büyük tapınağa gidiyorlar. Büyük tapınakta onlar gibi avlarının bereketli geçmesinden ötürü müteşekkir olan, sepetler dolusu yiyecekle gelen pek çok balıkçı bulunuyor. Sunum töreni bitikten sonra Milya oynamak için avluya çıkıyor. Koşarken ayağı bir şeye takılıyor ve düşüyor. Takılıp düştüğü şey, üzerinde belli belirsiz desenler olan, toprağın içindeki kırık bir çömlek parçası.  

Beşinci ve son hikâye, on binlerce yıl önce İstanbul çevresindeki bir mağarada yaşayan kemik tokalı kızın hikayesi. Kemik tokalı kız, mağarada yaşayanların en küçüğü. Annesinin becerikli elleriyle çamuru yoğurup çömlekler yapmasını izlemeyi çok seviyor. Annesi, çömleklerin üzerine yaşadıkları tepenin resimlerini çiziyor. Kemik tokalı kızın annesi becerikli, hayvan postundan yapılan elbiselerini o dikiyor. Sevimli kız bir gün çömlek yapmak amacı ile dere kenarından çamur bulmaya giden annesi ile yola koyuluyor. Dönüş yolunda mağaraya tırmanırken karşılarına birden kocaman bir ayı çıkıyor. Anne kız kaçmaya çalışırken, kemik tokalı kızın ayağı birden takılıyor ve aksilik bu ya, ayının hemen yakınına yuvarlanıyor. Annesi feryat figan! Mağaradakiler hemen dışarıya fırlıyor. Çakıl taşı ve sopalardan yaptıkları silahlarla ayıyı avlıyorlar. Haliyle akşam yemeğinde ziyafet çekiyorlar… Yorucu bir gün geçiren kemik tokalı kız, mağaranın en kuytu yerinde ateşin yanı başında, anneciğinin dizlerinde tatlı bir uykuya dalıyor. Rüyasında kendini deniz kıyısında görüyor,  karşısında aniden dört çocuk beliriyor: elinde mavi bir kese sallayan oğlan, mor taşlarla süslü parlak bir şeye bakan uzun saçlı kız, başında kımızı bir tas bulunan ilginç giysili bir oğlan ve tavşana benzeyen bir çocuk. Gülerek hepsi de kemik tokalı kıza el sallıyorlar…

Benim son zamanlarda okuduğum en tatlı kitaplardan biri 5 Çocuk 5 İstanbul. Okuyup bir kenara bırakılacak türden değil. Çocuğun yaşı ve bilgi seviyesi yada merakına göre epeyce yeni muhabbete yelken açmaya müsait. Hikâyeleri okudukça aklımda hep sohbet konuları oluştu:
Ø  İstanbul’un eski semtleri ne demektir, İstanbul’daki eski semtler nerelerdir, eski semtlerdeki evler nasıldır, Osmanlı Dönemi’nde nasıl eğlenceler düzenlenirdi, Kapalıçarşı’da neler satılırdı?

Ø  Bizans Dönemi’nde Hipodrom’da neler yapılırdı, hangi eserler vardı, eski esenlerin hepsi bugün meydanda görülebiliyor mu, o dönem henüz inşa edilmemiş ama bugün meydanda olan eserler neler olabilir, eserleri kimler inşa etmiştir?

Ø  Günümüz İstanbul’unda Bizantion’da olduğu kadar balık var mı, nesli azalan yada tükenen balıklar hangileri olabilir, balıklar neden azalıyor, balıkların azalmaması için neler yapılabilir, balık nasıl pişirilir, balıkçı teknesine ne denir, Roma Tanrıları hangileridir, mitoloji nedir, biz neye inanıyoruz, insanlar neden birden çok tanrıya inanmış olabilir, salgın hastalık nedir?

Ø  Hangi malzemelerden para yapılmıştır, ilk para ne zaman yapılmıştır, ilk parayı kim yapmıştır, para olmadan alışveriş yapılabilir mi, takasla alışveriş nedir, para olmasaydı sen neyi ne ile takas ederdin?

Ø  On binlerce yıl evvel mağarada yaşayan kemik tokalı kızın nasıl bir hayatı vardı, çamurdan neler yapılabilir, mağarada yaşayan insanların günlük eşyaları neler olabilir, çamurdan çömleğin üzerine nasıl resim çizilir, posttan nasıl elbise yapılır, ocak veya fırın yokken yemek nasıl pişirilir, rüyada ne görülür, neden rüya görülür, rüyalar ne kadar sürer?..
Kitap insanın gezgin tarafını da tetikliyor doğrusu. Çocuk ile birlikte Sultanahmet Meydanı’nı daha göz alıcı şekilde gezebilir insan... Yada daha önce ziyaret edilmediyse civardaki müzeler (Arkeoloji Müzesi, Mozaik Müzesi, Ayasofya, Topkapı Sarayı gibi) gezilebilir. Kemik tokalı hanım kızımızın yaşadığı, tarihi 400.000 yıl evvele kadar giden, günümüzde maalesef oldukça metruk ve bakımsız halde olup, kıymeti bilinmeyen mağaraları görmek için Küçükçekmece’deki Yarımburgaz Mağaralarına gidilebilir (içeriye girmek can güvenliği açısından iyi olur mu, bilemedim).

Kitaba dair keşke daha farklı olabilse dediğim tek nokta, günümüz İstanbul’unda yaşayan Mert’in hayatı oldu. Kalabalık bir şehirde yüksek bir apartman katında oturmak durumunda kalan bir çocuk… Bilmem, gün olup da bugünün insanları olan bizler ve hayatlarımız “geçmiş zaman” olunca, hayatımızı tanımlayan nesneler ve gündelik hayatımız nelerle temsil edilir acaba?

Hiç yorum yok: