Dün ilk kez gittiğim ve bundan
sonra da muhtelif aralıklarla gideceğim çok sıcak ve samimi bir mekândan
bahsetmek istiyorum.
Mekânımızın ismi DÜKKANIM.
İstanbul Fatih semtinde yer alan Fener’de… Haliç manzaralı, minik ve çok
sevimli bir dükkân. Haydi giriş yapalım…
Dükkânın girişi bile, işi bırakıp
bu sevimli mekânda bir ömür çalışma isteğini oluşturdu bende
İnşallah bir gün benim de böyle
küçük ve sevimli, gönlüme göre bir dükkânım olur…
İçeride çok sevimli oturma
yerleri oluşturulmuş.
Yeşil mi desem mavi mi desem
bilemediğim (belki de camgöbeği denilen renk bu oluyor) küçük çiçek
kovasının içine kesme şekerler
yerleştirilmiş. Kesme şekerlerin önünde yer alan ahşap tabağın içinde
ise yine ahşap toplar var. Bu
toplara dokunduğunuzda elinizde misss gibi bir kokunun yayıldığını
fark ediyorsunuz. Dekor amaçlı mı
kullanıldığını sordum dükkân sahibi Kadri Bey’e –ki Kadri Bey’den
yazımın ilerleyen kısımlarında
bahsedeceğim- ve aldığım yanıt, bir müddet sonra bu güzel topların da
satışta olacağı yönündeydi. Bu da
–haliyle- beni pek bir memnun etti…
Dükkânda her şey çok güzel… İnsan
neye bakacağını, neyi soracağını şaşırıyor. Neler olduğuna kısaca
göz atalım…
Mesela gemi maketleri… Bu
maketlere-bilindiği üzere-koleksiyonculuk boyutunda ilgisi olanlar var…
Yakında bu maketlere 2 yeni parça
daha eklenecekmiş.
Bir başka güzellik, ahşaptan
yapılmış güzel evler… Onlara yine ahşaptan imal edilmiş saz ve ud eşlik
ediyor. Resmin alt orta kısmında-
ne yazık ki çok da net görülemeyen ama varlığı belli olan- cam
üfleme sanatı ile yapılan
figürler var. Aralarında balık, kaplumbağa, yunus ve yanlış hatırlamıyorsam
at figürleri vardı. Bu dükkândan
bir şey almadan çıkarsam gün gelip de öte dünyaya gözüm açık gider
endişesi ile renkli bir adet cam
üfleme balık satın aldım. Evde-yine üfleme camdan imal edilmiş- mavili
bir kedim vardı, bu balık da ona
yoldaş olacak artık.
Bu güzel oturma köşesinin
duvarlarını tezhip sanatçılarının yapmış oldukları eserler süslüyor. Her
biri eşsiz… Yaprak üzerine
yapılmış olan eser ile “vav” yazılı olan eserler benim en çok dikkatimi celp
edenlerdi.
Raflarda, bayıldığım şalgama
rastlamak beni mutlu etti. Kadri Bey bize Antakya
şalgamı olduğunu
belirtti… Yukarıdaki fotoğrafta,
koltuğun sol tarafında yan yana dizilmiş testiler görülüyor. Bu testiler
Ankara’da bulunan Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’nde yer alan nesnelerin birebir kopyalarıymış…
(Ahşap tabağın içinde yer alan ve
kokulu olduklarını anlattığım ahşap topların yer aldığı resimde, bu
nesnelerin bir kısmını daha
görmek mümkün…)
Rafta yalnızca şalgam yok elbet…
Tarhana, zeytin, zeytin yağı da orta rafta kendine yer bulmuş…
Hayran hayran baktığım bir diğer
güzellik ise iğne oyası işlerden oluşan kartpostalların yer aldığı pano.
El üretimi olan eşyalara zaten
bayılırım… İğne oyalı kartpostalları görünce sevincim bir kat daha
arttı çünkü günümüzde insanların
iletişimi hep elektronik ortam üzerinden… Hız, pratiklik ve
erişim anlamında bu durum ciddi
anlamda kolaylık sağlasa da, artık tanıdıklarımızı el yazısından
tanıyamıyoruz… Kenara kaldırıp
koyabileceğimiz mektuplarımız ve kartpostallarımız artık yok…
Torunlarımıza el yazımızla
arkasına çekildiği tarihi ve yanımızdaki kişileri yazdığımız fotoğraflarımız da olmayacak artık… Ben
nostaljisever bir birey olarak bu duruma üzülüyorum açıkçası…
Rengârenk el işi çinileri kim
sevmez ki? Hemen o raflara göz gezdirelim…
Biraz daha yakın çekim ile
bakalım…
Bu güzel mekânın büyüsüne
kapıldığım için fotoğraf çekmek son anda geldi aklıma. Keşke daha önce
düşünseydim… Çok daha fazla şeyi
fotoğraflama ve paylaşma şansım olurdu. Bir noktayı daha ekleme
ihtiyacı duyuyorum: Tüm
fotoğrafları mekân sahibi Kadri Bey’den izinli olarak çektim. Şayet bu
güzel yere gitme fırsatı
bulursanız, fotoğraflama işlemi için kendisine usûlen söylemenizi –naçizane-
önerebilirim.
Fotoğraflamayı unuttuğum şeyler
de var tabi; mesela aklımın kaldığı tokat yazmasından yapılmış
ve yorgan dikme tekniği ile
dikilmiş ceketler… Gül dalından yapılmış, çift yılanlı el yapımı bastonlar
(ki bu bastonları üreten usta
hayatını kaybetmiş ve muadillerinin üretimi de yokmuş), halis muhlis
bitkisel sabunlar (karanfilli ve
zeytinlisini gördüm), anneannemin zamanından kalmaymış hissini
uyandıran dikiş makinesi (fotoğraf
almadığıma çok yanıyorum, neyse, bir dahaki sefere inşallah : )
Daha neler var neler… Bu kadar
güzelliğin arasından aldığımız ürünler de oldu tabi. Onları farklı bir
yazıda fotoğraflayarak
paylaşacağım.
Dükkân içerisinde gezdik, her
şeyi usturupluca kurcaladık, sorduk, öğrendik, Kadri Bey de hiç
sıkılmadan anlattı… Gelgelelim
burada ne yenilir ne içilir merakını gidermeye… Mekânda çay içebilme
şansınız var, bunun dışında
kahve, soda ve şalgam seçenekleri de mevcutmuş. Asitli içecekler ise
(kola vb.) burada bulunmuyor…
Çorba olarak kışın tarhana, yazın ise yoğurt çorbasını afiyetle
hüpletebilirsiniz. Bir bastonu
aratmayacak uzunluktaki galetayı da tadabilirsiniz pek tabi. Bir ara sanki
tart benzeri bir şey gördüm cam
bir tabak içerisinde ama sormadığım için emin değilim, belki farklı bir
tatlı da olabilir. Kadri Bey’in
dediğine göre kuru köfte de pişiriliyormuş. Ayrıca hafta sonları kahvaltı
seçeneği de mevcutmuş. Mekânda
ayrıca ÇAYKUR’un çayları da satılıyor-ki çayı pek sevmeyen ben
bile 1 saatten uzun süre
beklediği için Kadri Bey tarafından ücreti alınmayan çayı afiyetle içtim. Hiç
acı değildi. Yeni demlenmiş olan
çaydan da tattık pek tabi ve Kadri Bey’in eşsiz sohbeti ile yudumladık
çayımızı…
Bu kadar yazdıktan sonra “yahu
abartmış sanki!” diye düşünebilirsiniz. Ama şunu söylemek isterim;
dükkâna girdiğimizde saat aşağı
yukarı 17.00 idi. Dükkândan çıktığımızda ise neredeyse 19.30’du.
Kadri Bey’in tatlı sohbeti ve
engin bilgisi ile eşimle beraber gerçekten çok güzel vakit geçirdik.
Kadri Bey “mekânlar insanlarla
güzeldir” sözünün ayaklı kanıtı adeta… Bilgili, görmüş-geçirmiş bir
ağabeyimiz, bir büyüğümüz…
Kendisini ve mekânını her daim ziyaret etmek isterim.
“Bu kadar anlattın, yeri tam
olarak neresi peki?” diyenlere şöyle izah edeyim: Haliç boyunca sahil
yolundan giderken, Unkapanı’ndan Eyüp
istikametine doğru ilerlediğinizde yolun sol tarafında kalıyor. Fener Rum Patrikhanesi’nin ön kısmında
da diyebilirim.
Şu fani dünyada, göçüp gitmeden
uğranılası bir güzellik…
5 yorum:
yol üzerinde mi acaba daha önce hiç dikkatimi çekmemişti
Fener Rum Patrikhanesinin hemen önünde, yol üstünde. Yolunuz düşerse bence mutlaka uğrayın.
Ben de merak ettim.yolum düşerse uğrarım :)
Bayılıyorum böyle sıcak ve kültürel mekanlara. Artık o kadar o çok fabrika üretimi gibi birbirinin aynı tarzda mkean var ki. Bu tarz yerler bulmak çok zor. Mutlaka gideceğim.
Teşekkürler:)
Büşra Kahveci; neden olmasın? ;)
Deniz DOĞAN ÖZBAKAN; o kadar kendine özgü ki... Fırsatınız olursa hiç es geçmeyin derim;)
Yorum Gönder