Öncelikle şunu söylemeliyim; hayatımda okuduğum ve nehir söyleşi türünde olan ilk kitap sanıyorum Anadolu Yakası oldu.
Aslında bu isimde bir yazın türü olduğunu da önceden duymamıştım;)
Peki, nedir bu nehir söyleşi diyecek olursanız, internette rastladığım şu tanımın güzel bir açıklama olduğunu düşünüyorum: bir ömre tanıklık eden söyleşiler...
Mustafa Kutlu'nun daha önceden bir kitabını okumuş ve üslubunu çok sevmiştim. Samimi ve hayatın içinden şeylerden bahsediyordu.
Bu aralar sevdiğim tarz da bu zaten, hafif ve hayatta karşılığı olan olaylar...
Bu sebeple bir kaç kitabını sipariş ettim ve bismillah diyerek başladım okumaya...
Anadolu Yakası; Anadolu'nun kırsal bir bölgesinden İstanbul'a gelen zeki ve okuma meraklısı Muzo Gönül'ün sinemaya gönül vermesi ve bir televizyon kanalı kurma hikayesini konu alıyor. Muzo Gönül ile röportaj yapan ise Erol isminde bir gazeteci. Aslına bakarsanız bu hikaye gerçek mi yoksa kurgu mu hala anlayabilmiş değilim. Her şeye rağmen televizyon dünyasında neler olup bitiyor, imkansızlıklara rağmen çaba ve iradeyle insan neleri başarabiliyor, buna tanıklık etmek güzel. Cadı kazanına benzer bir ortam olan medya kulvarında Muzo Gönül kadar temiz kalabilmek mümkün mü, pek emin değilim.
Kitaptan bir kaç alıntıyla devam edeyim...
...Erol:...Ama abi sanayinin getirdiği refah, konfor, herhalde bunları inkar edecek değiliz.
Muzo Gönül: Elbette. Fabrikalarda birer robot olan insanı nasıl görmezden gelebiliriz. Sonra izin zamanı bir turizm şirketi bu robotları toplayıp, paketleyip, güneş-deniz-kum ve aşk diyerek bir beldeye postalıyor. Orada sabahtan akşama kadar içip, çiftleşip, kurtlarını döküyorlar. Bol fotoğraf çekip yıl boyu birbirlerine gösteriyorlar. Sonra yine inlerine paydos zillerine, seküler saate bağlı esaret günlerine geri dönüyorlar. Refah mı bu?
Aramakla bulunmaz ama bulanlar ancak arayanlardır.
... Bu çağın bütün insanlarının hikayesi neredeyse aynı. Kendilerine ait bir izleri olmadan savıp gidiyorlar hayat sıralarını. Kapılmışlık kapılanı yok ediyor çünkü; insanı rakamlara, unsurlara, gölgelere hapsediyor. Hayat istatistiklerden ibaret kalıyor.
Hafıza deyince dijital malzeme depolama kapasitesinin akla geldiği bir zamanın insanlarıyız biz. Çünkü hatırlanacak pek bir şey yaşamıyoruz.
E haklılık payı da var yazılanlarda... Doğruya doğru...