"Tatil yapmak" kavramı çoğu kişi için deniz, kum ve güneş birleşiminden oluşuyor. Kızgın kumlardan serin sulara atlamak tabi ki insana haz veren bir duygu, ona da ihtiyaç var. Ama kabul etmek gerekir ki gidilip görülmeyen şehirleri, doğal ve kültürel değerleri keşfetmek de ayrı bir zevk.
Bir kaç hafta önce bir elin parmaklarını kıyıdan köşeden geçen izin günlerimizde Amasya'ya düştü yolumuz. Şu yaşıma gelip bu canım şehri yeni gördüğüm ve gezmek için yalnızca 1 buçuk gün ayırmış olduğumuz için hayıflandım doğrusu.
Hititler döneminden başlayıp günümüze kadar pek çok tarihi ve kültürel miras birikmiş bu güzel şehirde.
Tarih derslerinden hatırlarsınız belki, Osmanlı Devleti döneminde şehzadeler yetiştirilmek üzere şartları uygun olan vilayetlere gönderilir ve bir nevi padişahlık antrenmanı yaparlarmış. Amasya da coğrafi konumunun korunaklı ve emin olması, bereketli ve güzel bir şehir olması nedeniyle bu vilayetler arasında yer bulmuş kendine.
Amasya Yeşilırmak nehrinin iki kenarına yayılmış bir şehir. Nehir şehrin içinden usul usul akıp gidiyor. Belki yaz mevsimi olduğu için, Yeşilırmak'ın suyu pek fazla değildi sanki. Öyle zannediyorum ki eskiden yada bu dönemde yine bazı mevsimlerde akıntısı oldukça fazla, çünkü nehrin içinde değirmenler yer bulmuş kendine. Nehrin bu yanından öbür yanına geçe geçe gezdik şehri. Şehrin içinden geçen kısmında Yeşilırmak üzerinde -yanlış anımsamıyorsam- 8 adet köprü var. Bunların 3-4 tanesi eski dönemlerden kalma taş köprüler. Diğerleri sonradan yerleştirilmiş.
Şehirde nereye başımızı çevirsek tarih gördük, nereyi gezeceğimizi şaşırdık resmen o kısacık zaman diliminde. Yukarıdaki fotoğrafta dağlara yapılmış olan kaya mezarları görülüyor mesela.
Sayfalar dolusu yazmak, onlarca fotoğraf paylaşmak istesem de pek mümkün olmayacak bu;) Çünkü memlekette malzeme -maşallah- çok, sonu yok:) En iyisi kısa kısa bahsetmek.
Biz ilk olarak Sabuncuoğlu Şerefeddin Müzesi'ni gezdik. Sabuncuoğlu Şerefeddin, döneminin önemli tıp adamlarından. Bu sebeple müzede Türk-İslam Medeniyeti'nde tıpla ilgili bilgilere ulaşmak mümkün. Dikkatimizi çeken bazı aletler oldu; mesela doğumda kullanılan metal aletler (ölü doğan bebekleri almak için kullanılıyormuş), bazı hastalıkları tedavide uygulanan dağlama yöntemi aklımda en çok kalanlar oldu. Dünya medeniyetleri o günlerde ruhsal bunalımda olan insanları "içine kötü ruhlar kaçmış!" mantığıyla hapsedip yakarken, atalarımız müzikle tedavi yöntemini uygulamış. İşte bu külliye de o merkezlerden bir tanesi (benim bildiğim diğer bir örneği Edirne'de). Medeniyet olarak büyük değerleri yakalamış, dünyaya örnek olmuşuz. Her ne kadar eksiklerimiz olsa da umarım bir gün yeniden silkelenir, daha araştırmacı ve geliştirmeci olduğumuz dönemleri yakalarız. İsterdim ki Hipokrat Yemini edeceğine İbn-i Sina Yemini etsin hekimlerimiz (batı bizden daha çok sahip çıkıyor sanırım İbni Sina'ya (Avicenna'ya yani batı diliyle). Neyse, konu genişledi biraz:) Müzede burçlara, ten renklerine göre kişinin hangi müzik makamında daha huzurlu olabileceğini gösteren bilgi tabloları var. Mesela Boğa Burcu Irak makamı, Kova burcu Neva makamı gibi. Yerleştirilen müzik sistemi ile burcunuzu seçip hem özelliklerini okuyor, hem de o makamın nağmelerini dinleyebiliyorsunuz.
Geçelim Şehzadeler Müzesi'ne... 2 katlı bir binaya kurulan müzenin içi çok ince detaylarla bezenmiş, ben çoook beğendim. Duvarlar çini deseni çizimleriyle bezenmiş, sedef kakmalı ahşap sehpalar ve aynalar yerleştirilmiş, çini ve bakır vazolar kullanılmış ve en önemlisi -müzeye ismini veren- şehzadelerin bal mumu heykelleri hazırlanmış. Eski usul, dökme kaloriferler bile desenli desenli kalıplarla hazırlanmış.
Sıra 2. Beyazıt Külliyesi'nde... Yemyeşil bir bahçenin içinde yer alan, genişçe bir mekan. Adı üzerinde "külliye" zaten. Yaşamın içinden pek çok bölüm mevcut içerisinde. Çeşitli bölmeler var ve içerisi dönemin ruhuna uygun eşya ve canlandırma için mankenlerle benzenmiş. Bir külliyenin olmazsa olmazı cami pek tabi mevcut. Bunun yanı sıra binlerce el yazması kitabın olduğu harika bir de kütüphane var, muhakkak ziyaret edilmeli. Kütüphanedeki görevli ağabey müthiş bir insandı. Hem bilgili, hem konuşkan hem de sempatik:) Sorduğumuz tüm soruları güzelce yanıtladı. Kitaplar eski dönemlerden, bilhassa Osmanlı Devleti'nin gelişme zamanlarına ait... Fatih, Kanuni Dönemleri yani. Aşağıdaki eser yanlış anımsamıyorsam Kanuni Devri'nden. Orjinal el yazması, çevresi elde süslenmiş, altın varakla bezenmiş. Dokunabilmeyi çok isterdim ama maalesef sevimli kütüphaneci ağabey izin vermedi. Haklı tabi;)
Geleneksel bir Amasya evi nasılmış eskiden sorusunun yanıtını Hazeranlar Konağı'nda bulabilirsiniz;)
Amasya'nın sokakları bile huzur verici. Sakin, kendi halinde. Gerçi tur otobüsleri geldiği anlarda kısmı bir yoğunluk oluşsa da özünde sakin.
Arkeoloji Müzesi'nin girişinde uzay aracına benzer biçimli mezar ve sahibinin kemikleri selamlıyor sizi;)
Şehrin çıkışında (gerçi şehre ne taraftan geldiğinize bağlı, girişinde de olabilir, Tokat yolu üzerinde:) Ferhat ile Şirin Müzesi (diğer adıyla Aşıklar Müzesi) var. Açıkçası giderken beklentim pek yüksek değildi fakat içeri girince fikrim değişti. Müze bölüm bölüm, bildiğimiz aşk hikayelerinin her biri (Ferhat ile Şirin, Aslı ile Kerem, Mimar Sinan ile Mihrimah Sultan, Romeo ve Juliette (ciddi söylüyorum:) gibi hikayeler birer oda ayrılarak canlandırma mankenleri ve dekorlar ile hazırlanmış, gerekli aydınlatma ve karanlık ortam düzenekleri kurulmuş ve kulaklık sistemi ile güzel hikayeler eşliğinde ziyaretçilere aktarılacak şekilde hazırlanmış. Çıkışa doğru Aşık Veysel, Köroğlu gibi aşıklardan bahsedilip, ilahi aşk bölümüyle gezinti odaları sonlandırılmış. Pek beğendim doğrusu;)
Ferhat ile Şirin Heykeli
Şehrin gecesi ayrı güzel gündüzü ayrı.
Şehrin akşam ışıklar altındaki görüntüsü beni çok etkiledi. Gece sanki Venedik'teymişim gibi hissettim (tamam Venedik'e gitmemiş olabilirim... ama öyle işte;)
Sanırım gezdiğimiz yerlerin yarsını aktardım. Burmalı Minare, Gök Medrese, Gümüşlü Cami, Maket Amasya Müzesi ve Saraydüzü Kışlası'nı da incelemekte fayda var. Amasya İl Kültür Müdürlüğü'nün sayfası oldukça bilgilendirici, yolunuz düşecek olursa nereler gezilir, ne yenilip içilir, bakın derim.