(Yazı, Edremit Belediyesi Sabahhtin Ali Şiir ve Hikâye Yarışmasına (2010) katılmış, Çınar Dergisi'nde yayınlanmıştır.)
Uyandı. Gözlerini açıp etrafına bakındı. Hava
aydınlanmıştı. Yerinden yavaşça doğruldu. Bir müddet yatağında oturdu.
Gözlerini odanın içerisinde gezdirdi. Konsolun üzerinde bulunan örtü kaymış,
karşılıklı durması gereken mumlar birbirinden uzaklaşmıştı. Kalktı. Örtüyü
düzeltti. Mumlukları aynı hizaya getirdi. Örtünün ortasında bulunan işlemeyi,
mumlukların eşit mesafesinde kalacak şekilde yerleştirdi. İşlem tamamdı.
Banyoya yöneldi. Yüzünü silmek için havluya uzandı.
Mikropları yok etsin düşüncesi ile çamaşır suyu ekleyerek çamaşır makinesinde
yıkattığı havluya baktı. Gördüğünden memnundu. Beyaz renkli havlu bembeyaz
görünüyordu. Birkaç damla çamaşır suyu da zaten mikropları haklamaya yeterdi.
Demlenmesi için çay suyunu ocağa koydu. Yıkanmış halde
bulaşık makinesinde beklemekte olan tabak, bardak ve çatalı aldı. Üzerinde
deterjan kalmış olabilir düşüncesi ile hepsini duruladı, kuruladı.
Kahvaltılıkları buzdolabından çıkardı. Çay da demlenmişti. Kahvaltısını yapıp,
mutfağı toparladı. Giyinmek üzere yatak odasına yöneldi. Her sabah olduğu gibi,
çayı demledikten sonra ocağın altını kapatıp kapatmadığından emin olamadı.
Tekrar mutfağa yöneldi. Ocağa baktı. Her sabah olduğu gibi ocağı kapatmıştı.
Kıyafet seçmek için dolabına baktı. Gömleği ütülemek
gerekiyordu. Ütüledi.
Kıyafetlerini değiştirdi. Saçlarını tararken aynaya baktı. Fakat aynada
kendisini değil, ayna üzerinde bulunabilecek olası tozları ve lekeleri
inceledi. İnceledi ama
rahatsız edici bir durum görmedi. Görmediğine memnun oldu.
Evden çıkmak üzere hazırlandı. Yanına almayı unuttuğu bir
şey var mı diye kısa bir süre düşündü. Islak mendil, cep telefonu, kimlik, para
ve anahtar yanında ise gerisi mühim değildi. Ceplerini yokladı. Mühim olanlar
yanındaydı. Tam kapıyı çekecekti ki şiddetli bir biçimde ütünün fişini çekip
çekmediğini kontrol etme isteği duydu. Tekrar içeri girdi, ütüye baktı. Fişi
çekmişti. Gönül rahatlığı ile kapıyı çekecekti ki yine duraksadı. Anahtarı
almamış olabileceğini düşündü. Sonra hatırladı. Ceplerini yokladığında
anahtarların şıkırtısını duymuştu. İçi rahat etmedi, tekrar cebine baktı. Doğru
hatırlıyordu, anahtarları almıştı. Bu kez gönül rahatlığı ile kapıyı çekti.
Ritmik biçimde merdivenlerden inmeye başladı. Her zaman
olduğu gibi ilk katta 14, ikinci katta 15 basamak saydı. Hafifçe gülümsedi.
Basamakların kendi kendine bir yere gidecek veya çoğalacak hali yoktu ya! Huyu
kurusundu.
Apartmandan çıktı. Çizgilere basmadan yürümeye çalıştı.
Çoğu kez başarılı oldu. Çizgilere basmayayım derken kaldırımın karşı yönünden
gelenlere çarpmamak için hafifçe sağa sola manevralar yaptı. En zevkli
uğraşlarından biri, yol kenarında park eden araçların plakalarında yer alan harflerden yararlanarak en uzun
kelimeyi bulma oyunuydu. Oyun basitti: Plakada yer alan harflerin arasına sesli
veya sessiz harfler getirerek mantıklı olan en uzun kelimeyi bulacaktı. İyi
gününde ise kendini kayırıyor ve bir tane de joker harf kullanıyordu. En yakın
aracın plakasına baktı hemen. 34 JKL 208. JKL…JKL… Kendini kayırıp joker
kullansa bile adamakıllı bir kelime çıkmazdı bu harflerden. Asabı bozuldu. Ama
çok takılmadı. Plakadaki 208 sayısı ile ilgilendi. 208… 208… 13 ve 16
çarpılırsa 208 ederdi. 16,
4’ün karesiydi. O halde 52 ve 4’ün çarpımı da 208 ederdi. Hatta 208 en küçük
hangi sayı ile çarpılırsa bir tamsayının karesi olur sorusuna cevap bile
verebilirdi: 13 ile çarpılırsa! Neşesi
yerine gelmişti. JKL’ye bir kılıf uyduramadığı için kendine kızmış, ama 208’i
çarpanlarına ayırıp, bir de 208’den büyük ve en yakın kare kökü alınabilecek
sayıyı bulunca intikamını almıştı. “Sıradakiii” diye seslendi içinden. Yeni
plaka 34 SNM 56 idi. SNM… Farklı kelimeler bulabilirdi: SiNeM, SaNeM, SiNeMa,
uSaNMa. Usanma iyi bir kelime idi. 6 harfliydi. Daha
uzun ne olabilirdi? Aniden bir korna sesi ile irkildi. Harfti rakamdı derken
biraz kendinden geçmiş, kaldırımdan aşağıya inip yola çıkmıştı. Kendisine
söylenip duran sürücüye “pardon” diyerek kendini tekrar kaldırıma attı.
Gideceği yer yürüyünce uzak, herhangi bir toplu taşıma aracına binince yakındı.
Toplu taşıma aracına binmek zaten bir işkenceydi. Adı üzerinde “toplu” taşıma
idi. Her türlüsü biniyor; koltukları, tutunacak yerleri elliyordu. Kimi öksürüp
tıksırıyor, bu işlemi yaparken ağzını eli ile bile kapatmıyordu. Gerçi ağzı
kapatmak için eli kullanmak da çok sıhhatli değildi. Sonra o eller ile kim
bilir nerelere dokunulacak idi. En güzeli bir peçete ile ağzı kapatmaktı. Ama
böyle bir uygulamayı gerçekleştirmek de her babayiğidin harcı değildi.
Şoförünün ağzına kadar dolu olan otobüse üç-beş kişi daha alabilmek için
yolculara sarf ettiği “arkaya doğru ilerleyelim, otobüsün arkası da aynı yere
gidiyor” tümcelerini duymaktan da hazzetmiyordu. Yürümeye karar verdi. Hem hava
bugün güzeldi. Yol üzerinde bulunan çay bahçesinde bir müddet oturabilirdi.
Kaldırımda çizgilere basmadan ilerlemeye çalışırken bir yandan da dükkanların
vitrinlerini inceliyordu. Bazı vitrinler özenle dizayn edilmişti. Mankenlerin
birbirlerine göre bakış açıları güzel ayarlanmıştı. Kıyafetler arasında renk ve
tarz uyumu göze çarpıyor, insanın göz zevkine hitap ediyordu. Bazı vitrinler
ise pek de itina ile hazırlanmamıştı. Simetrik olmayan ve göz zevkine hitap
etmeyen vitrinlere bakarak canını sıkmak istemedi. 2 seyyar satıcı, 24 dükkan,
1 dilenci, 5 ara sokak, 2 ana cadde, 18 apartman, 1 otobüs ve 2 minibüs durağı
geçtiğini saydıktan sonra dinlenmeyi planladığı çay bahçesine ulaştı.
Keyifle oturabileceği bir yer aramaya başladı. Çocukların
oynaması için yapılan salıncaklı parka yakın oturmak pek mantıklı değildi.
Çocuklar ortalıkta koşuşturdukça toz kalkacak, yiyecek ve içeceğin içine
kaçacaktı. Kenar kısımlarda bulunan küçük çamlıkların yanında bulunan masalar
daha sakindi. Fakat orada da otların arasından çıkma ihtimali olan sineklerin
mevcudiyeti gibi bir problem vardı. Kocaman gövdesi ile koyu bir gölge
oluşturan çınarın altında bulunan masalara baktı. Müzik yayını yapmak için
ağaca tutturulmuş olan kocaman hoparlör gözüne ilişti. Müzik sesinin kendisini
rahatsız edebileceğini düşündü. Fakat müzik sesi, çocukların koşuşturması
sonucu oluşabilecek olan tozlardan ve otların arasından çıkabilmesi muhtemel
sineklerden çok daha iyi idi. Rahatsızlık hissettiği takdirde en azından
garsona söyleyerek müziğin sesini kısmalarını rica edebilirdi. Çınarın
gölgesinde bulunan masalardan birine oturmaya karar verdi. Titizliği yüzünden
oturacak bir yere karar vermenin bile kendisi için ne kadar meşakkatli bir iş
olduğunu düşündü. Sandalyenin kolunu hafifçe tutup çekti. Masanın üzerine
baktı. Fena sayılmazdı. Yine de ıslak mendilini çıkarıp sandalyenin kolunu ve
masayı sildi. Ortamı bir nebze de olsa dezenfekte ettiğini hissederek
rahatladı. Siparişini soran garsona kutu içerisinde bulunan meyve suyundan
istediğini belirtti. Meyve suyunu bardağa koymamalarını, poşet içerisinde
bulunuyor ise bir adet pipet getirmelerini rica etti. Bardakların nasıl
yıkandığı belli değildi. En iyisi meyve suyunu kutusundan içmekti. Zaten hep
kapalı kutuda bulunan içecekleri tercih ederdi. Siparişi geldi. Bir yandan
meyve suyunu içerken, diğer yandan cebinde bulunan kağıt ve kalemi çıkardı.
Doktoruna söz vermişti. Takıntılarının üzerine gidecek, bu huyunu yenecekti. Bu
durumu yenmek için beynini o şekilde davranmamak için şartlandırması
gerekiyordu. O yüzden, eline bir kalem ve kağıt alıyor, takıntılarını
sıralayarak onları tekrarlamayacağını, bu davranışların mantıksız olduğunu
yazıyordu. Çay bahçesinden kalkınca doktoru ile olan randevusuna gidecekti.
Hazırlamış olduğu listeyi doktoruna da gösterebilirdi. Yazmaya başladı:
Her sabah eşyalarımın simetrik durumunu inceleyerek güne
başlamayacağım.
Çamaşırlarımın makineden temiz çıkacağını biliyorum.
İşim bittikten sonra ocağın altını kapatıyorum, ütünün
fişini çekiyorum, muslukları kapatıyorum. Dönüp tekrar kontrol etmeme gerek yok. (Bugün evden çıkarken muslukları kontrol etmemişti. Bir an
panikledi. Sakinleşmeye çalıştı. Bu durumu iyiye yormalıydı. Demek ki tedavi
işe yarıyordu.)
Çizgilere basmadan yürümenin hiçbir mantığı yok!
Plakalardaki harflerle ve rakamlarla uğraşarak beynimi çok
fazla zorlamayacağım. (En zoru
bundan vazgeçmekti. Çünkü bu onun için bir oyundu. Hem geçen gün gazetede
okumuştu: Hiçbir şeyi araştırmaktan erinmeyen bilim adamları, plakalardaki
harflerden kelime türetmenin beyni zinde tutacağını belirtiyorlardı. O zaman bu
huyundan vazgeçmesine gerek yoktu. Kocaman bilim adamları yalan mı
söyleyecekti?)
Dokunacağım her şeyi ıslak mendil ile silmeyeceğim…
Her şeyi saymayacağım.
…
…
…
Pipet yardımı ile meyve suyundan yudumladı. Arkasına
yaslandı. Listeyi inceledi. Bir an duraksadı. Acaba sayfanın iki yanındaki
boşluk eşit kalmış mıydı?
3 yorum:
Merhaba,
Blog Dünyasından blogları ve bloggerları tanıttığım bir program hazırlıyorum radyo Momentosta. (spotify da) Yarın 39. nu gerçekleştireceğim programa sizi ve bloğunuzu da konuk ediyorum. Bu yazınız çok değerli, hem bloğun ilk yazısı, hem de bir yarışmaya katılıp, bir dergide yayınlanmış olması nedeniyle. Daha sonra yine sizi ve blog adınızı vererek bu hikayeyi seslendirmek isterim izniniz olursa. Elinize sağlık.
Bol ve keyifli yayınlarınızın devamını dilerim. :)
Sezer Hanım (Momentos), gecikmeli cevabım için lütfen kusura bakmayınız. Blogu bir miktar ihmal etmiş olsam da arada yokluyorum. Ancak yaşadığımız üzücü afetler sebebi ile bir süredir aklıma gelmedi açıkçası blogu yoklamak, siz de bu arada yazmışsınız.
Podcastinizi dinledim. Blogumdan bahsetmiş olduğunuz için teşekkür ederim, çok mutlu oldum. Değerli hissettim:)
Hikayemi seslendirme düşünceniz var ise halen, bundan mutluluk duyarım. Seslendirme imkanınız olursa ve yayınlanınca beni de haberdar edebilirseniz çok sevinirim.
Her ne işle iştigalseniz kolaylıklar dilerim. :)
Evet haklısınız, zor zamanlardan geçiyoruz ülkece. Deprem bölgesinde halâ ihtiyaçlar var ve uzun süre de olacak. Hep birlikte dayanışma içinde olacağız.
Evet öyküyü seslendirmek istiyorum, izniniz için de teşekkür ederim. Size mutlaka haber vereceğim.
Size yürekten sevgilerimi gönderiyorum. :) <3
Yorum Gönder