16 Ağustos 2017 Çarşamba

İSTİFÇİ YAŞANTIMDAN NASIL KURTULUYORUM?

Belki doğum yaptığım, belki doğum sebebi ile iş yaşantısına ara verip evde vakit geçirmek durumunda kaldığım, belki yaşantımın 10 yıllık bir zaman dilimini daha tamamlamış olmak, belki de mantık olarak yeni bir düzeye evrilmem sebebi ile hayatımda pek çok şeyi daha çok gözlemler, daha çok sorgular ve daha çok çözüm yolu arar oldum. Uzunca bir zamandır çok fazla düşündüğüm, çok fazla şeyi değiştirmeye çalıştığım ve girişimde de bulunduğum için, öncelikle hangisini paylaşacağım, hangisini yazacağım konusunda kararsız kaldım aslında. Ama birincil olarak, pek çoğumuzun ortak noktası olduğunu düşündüğüm istifçi yaşam tarzı hakkında yazmaya niyetlendim.

İstifçi kelimesinin Türk Dil Kurumu'nun Büyük Türkçe Sözlük'teki anlamı; stokçu. Stokçu ne yapar? Biriktirir. Tutar. Saklar. Ben de bir dönem -hatta uzunca bir dönem- aynen öyle yaptım. Çalıştığım dönem evde vakit geçirmeye pek vaktim olmuyordu. Zaten İstanbul'da işten çıkıp eve gelmek, yemek, dinlenmek, uyumak derken gün hemen geceye kavuşuveriyor. Hafta sonu azıcık gezeyim, biraz ev işi yapayım, biraz da dinleneyim derken yeni bir hafta göz açıp kapayıncaya kadar kapıya dayanıveriyor. Aslında alışveriş delisi bir insan değilim. İndirim yazısını gördüm diye beğendiğim şeyleri hemen alıvermem. Düşünürüm ihtiyacım var mı, nerede nasıl kullanırım diye. Lakin böyle olmasına rağmen evin içinde hep bir kalabalık, hep bir eşya, hep bir bunalma hali geliyordu bana. Alışveriş meraklısı olmasam da, evdeki eşyaların artış göstermesinde etkisi olan bazı faktörler vardı. 

Mesela;

- Annem-ablam ve benim aramda bir eşya döngüsü vardır. Hediyeleştiğimiz için anısı olan eşya çoktur evlerimizde. Yada birimizin kullandığı (ev eşyası, süs, kıyafet, vb.) bir eşya, diğerine transfer olur. Ablama artık dar gelen, ama aldığı dönemde ciddi bir meblağ ödediği yada özel diktirdiği bir tunik, benim dolabımda kendine yer bulur. Yada bazanın altında... Yada gün gelir nasıl olsa kullanırım mantığı ile sakladığım zibilyon tane eşyanın yanında bir yerlerde...

- Bana hediye gelen ama kullanmaya pek de hevesle olmadığım bazı şeyler de yer kaplardı mesela evde (bilhassa düğünümüzde gelen hediyelerden epey bir eşya bazalı kanepenin altını oldukça işgal etmişti. Bir sürü Borcam (bence Borcam'ın hediye olarak götürülmesi yasaklanmalı memlekette:), havlu, kahve fincanı,... nöbet tutuyordu koltuk takımının bazasında...

- Fazla kıyafet, hemen herkesin başını ağrıtan bir meseledir sanırım... Zaman zaman eleme yapsam da, illa ki bir fazlalık çıkar.

- Kitaplarım çok değerlidir benim. Evde en sevdiğim bölümdür kitaplıklar. Küçüklü büyüklü dizi dizi ciltlere bakınca çok mutlu olurum. Ama hayat okuduğum kitabı ikinci kez okuyacak kadar uzun değil diye düşündürtüyor artık bana (tamam, bazı kitaplar hariç olabilir).

- Sağda solda gezen faturalar, aidat makbuzları, fişler, bir zaman önemi olan ama artık önemi yitirmiş olan notlar, nereye atılacağı-ne yapılacağı bir türlü bilinemeyen "şey"ler (evet, "şey" kelimesi, durumun tam karşılığı oluyor)

- Mutfakta dolapları açınca insanın üzerine devrilecek kadar çok olan kap-kacak-saklama kabı-kuru bakliyat-falan filan...

Aayy, yazarken içim daraldı! Yazdıklarım bir solukta aklımda gelenler. Bunun dışında daha biiiiiiir sürü gereksiz şey vardı evde bir türlü kıyıp atamadığım, satamadığım, veremediğim.

Bu kalabalık beni hep rahatsız ediyordu. Aslında evdeki kalabalığı yetersiz olan dolap sayımıza yükleyerek kendimi rahatlatmak istesem de bilinç altım evde güzel bir ayıklama yapmam gerektiğini söylüyordu hep. Ben bu ayıklama işini sürekli ertelerken, bir gün bebeğimiz olacağını öğrendik. Bebek... Eve yeni gelecek bir birey. Pek tabi onun için bir oda. Odada mobilyaları, sevimli eşyaları, minnak kıyafetleri... İyi ama, ben evde yer yok derken, bir odayı boşaltıp nasıl yeni eşyalar sığdırabilirdim? İşim gerçekten zordu. Çünkü ilk aylar ciddi mide bulantılarıyla gözüm hiçbir şey görmüyordu. Mide bulantılarından kurtulup, ikinci 3 aylık periyota geçtiğimizde sıcaklar bastı, yaz tatili oldu, memlekete gittim geldim, yatılı misafirler geldi derken yine istediğim ayıklama işini yapamadım. Ama kafam sürekli dolu! Çocuğa bir türlü oda hazırlayamıyorum! Son aylara gelince zaten gezip dolaşacak mecal kalmadı. Derken ben gönlüme göre bir oda hazırlayamadan kaldım mı ortada? Gönlümü ferahlatan tek nokta şuydu; yeğenim için kullanılan hasır sepet, bebeğin mobil odasıydı gözümde. Nerede yatarsak taşıyabileceğimiz, özel bir odaya gereksinim duymadan kullanabileceğimiz bir unsurdu bizim için. Bebek biraz büyüyüp, ben rahata erip, çocuğun huyunu suyunu biraz öğrenince evi boşaltacak ve gönlüme göre bir oda hazırlayabilecektim. Ama işler hiç de öyle gelişmedi.

Doğum sonrası -özellikle önceden çalışan annelerde gelişen ve amiyane tabirle- evde durunca kafayı yeme eşiğine gelme sendromu bende muazzam bir şekilde gelişti maalesef. Aylarca kendime gelemedim, evde durmaktan bunaldım, kendi evimi bırakıp resmen annemlere yerleştim (bildiğiniz yerleştim ama... ve annemler bizden farklı bir şehirde yaşıyor...) Eşim her hafta sonu bizi görmeye geliyor, ben husursuzum, ev yine üstüme gelecek diye eve dönmek istemiyorum falan... Korkunç bir dönemdi... Allah razı olsun, haklarını ödeyemem, ailem ve eşim öyle çok sabrettiler ki bana... Şu an fark ediyorum ki evde durmak istemememin en temel sebebi, evin üstüme üstüme gelmesi. Evdeki ve dahi ona bağlı olarak kafamdaki karmaşa. Bebeğe güzel bir oda hazırlayamamış olmanın verdiği huzursuzluk (Süslü püslü bir oda değil kastettiğim. Ona özel bir alan oluşturamamış olmamdı. Bunda pek çok unsur vardı aslında. Ev dardı, bazalı mobilyaya ihtiyaç vardı, ailelerimiz şehir dışında olduğu için o mobilyalara ihtiyacım vardı, onları gözden çıkaramadığım için bebeğe hangi odayı boşaltabilirdim? Küçük ve sevimli mobilyalar mı almalıydım bebeğim için yoksa uzun yıllar kullanabileceği mobilyalar mı olmalıydı? gibi bir sürü şey beni çok bunalttı.) Epey uzunca bir aradan sonra aslında bu durumun lehimize gelişeceğinden haberim yoktu ama tabi (sanırım bebek odası  ve bebekli bir aile için uygun ev tasarımı konusu ayrı bir yazı konusu olacak)...

Böyle böyle derken zaman geçti. Deli gibi düşünüyorum ne yapmalıyım diye. Evi boşaltacağım, tamam, ama vaktim yok! Bebek her şeyi ile bana bağlı... Uyku, beslenme, oyun... Geceleri zaten bölük pörçük uyuyorum... Derken önceden duyduğum Derle,Topla, Rahatla isimli kitap geldi aklıma. Yorumlarını okudum, kitabı yorumlayan blogları araştırdım. Niyetim kitabı alıp okumaktı fakat pek çok yerde kitabın bir çok noktada tekrara düştüğünü okuyunca ve blog yazılarından, yorumlardan ana fikri anlayınca okumaktan vazgeçtim. Çıkan sonuç şuydu; bir eşya sana artık mutluluk vermiyorsa, ortamında bulundurma! Eşyalarına, anılarına deli gibi bağlı olan ve istifçilik yapan ben için bu ilk dönüm noktası oldu. İlk diyorum, çünkü aklımı kurcalayan farklı noktalar da vardı. Mesela evdeki koyu renkli pek çok mobilya (evlenirken genellikle bekarlık döneminde kullandığımız eşyaları birleştirerek kurduk evimizi... daha doğrusu benim zaten oturmakta olduğum eve entegre ettik desem daha doğru). Daha uygun bir ev bulup taşındığımızda eşyalarımızı değiştiririz diye düşünmüştük hep. Ama o daha uygun evi bir türlü bulamadık henüz:) İdare etme mantığı artık yolun sonuna gelmişti benim için. Yeterince idare etmiştim ama artık dayanacak halim kalmamıştı. Evin düzeni de bebek için çok uygun değildi. Ev dar, eşyalar büyük olunca çocuğun rahatça oynayacağı bir yer bulmak zor olacaktı. O yüzden mobilyalar da değişmeliydi (en azından bir kısmı). Hem artık daha sade, daha doğal bir ev yaşantısı istiyordum. Mesela baza olmamalıydı evde, fazla eşya da tabi... E ben çalışmıyorum şu an, kaldık bir maaş. Mobilya diyorum, değiştirmek diyorum, çoğunu diyorum... Masraf kapıda... Ama devir ekonomi devri. Peki ne yapmalı? İşin şakası bir yana, Allah'a şükür şu an için tek maaş kalsak da mantıklı bir plan dahilinde istediğimiz eşyaları alabilecek durumdayız. Fakat hep yeni mi tüketmemiz gerekiyor? Aldığımız her sıfır ürün için enerji ve doğal kaynak sarfiyatı, nakliye esnasında çıkan emisyon ve çevre kirliliği gibi hususları da daha çok göz önünde bulunduruyorum artık. Şunu da eklemekte fayda görüyorum; (konudan konuya geçiyormuş gibi oluyor ama hepsi birbiriyle bağımlı benim gözümde, o yüzden eklemek istiyorum) bebek büyürken okuduğum kitaplar, bloklar, internet siteleri vasıtasıyla sürekli olarak bir yandan da bebek için uygun bir oda ve ev dizaynı nasıl olmalı, evde eğitim nasıl verilmeli gibi şeyleri incelerken yabanelma blogunda okuduğum şu yazı ile aklımda şimşekler çaktı, fikirler uçuşmaya başladı. Sade, çocuklu bir aileye uygun, mümkün olan en az masrafla ama en fonksiyonel evi oluşturmaya dair bir sürü şey şekillenmeye başladı aklımda. Fotoğraflara bakmaya doyamadım. Kitaplar, sade ama hoş mobilyalar, ahşap oyuncaklar, doğal bir yaşam... İstediğim buydu işte benim! Hiç unutmuyorum o yazıyı okuduğum geceyi... Normalde çoktan yatıp uyumam gerekiyordu ertesi gün bebeğin enerjisine eşlik edebilmek için:) Ama yok, kalbim nasıl çarpıyor, nasıl heyecanlanıyorum? Anlatamam:)


En temelde yapmam gereken şeyi biliyordum; 

Evde gereksiz ne varsa (beni huzursuz eden-anısı var diye sakladığım ama kullanmadığım, dar gelen/kullanmayacağım kıyafetler, gereksiz notlar/fişler/vs., plastik saklama kapları, lüzumsuz mutfak gereçleri) elenecek. 

Satılabilecek olanlar satılacak.  İhtiyaç sahiplerine verilebilecek olanlar verilecek. Kitaplar (bir kısmı tabi) satılacak yada bağışlanacak. 

Ve yavaş yavaş girişimlere başladık. Yaz döneminde eve dönmüş ve ayıklama işini kısmen yapmıştım ama yeterli değildi. Detaylı ayıklama ve eşyaları satma işine karar verdiğimizde ise annemlerde kalıyordum yine. Eşimle sürekli yazışarak, telefonla konuşarak bazı işleri halletmeye çalıştık. Mesela dolaptaki çantalarımın fotoğrafını gönderiyordu bana. Ben de söylüyordum, şunu şunu kullanmayacağım, yeğenim istiyor, gelirken getirir misin, ona vereceğim falan gibi... Satmaya karar verdiğimiz eşyaları fotoğraflıyordu yine eşim. Ben de sahibinden.com ve letgo gibi sitelere yüklüyordum. Gelen mesajlara cevap verip, epeyce bir şeyi elimizden çıkardık. Halen satışta olan ürünlerimiz de var. Bununla birlikte almamız gereken mobilyalar da vardı tabi. Bahsettiğim sitelerden ciddi ve sıkı biçimde ürün araştırdım, takipledim, pazarlık yaptım ve gönlüme göre temiz, güzel bir kaç parça eşyayı aldık. Biz eve dönmeden eşim bir arkadaşımızla onları aldı (aldıklarımız dolap, şifonyer gibi ürünler) ve kurdu. Bence harika oldular! :) Sıfırlarını alacağımız fiyatın yarısına, istediğimiz eşyaları almış olduk. Şunu kabul ediyorum, sıfır ürünle kıyaslanmaz elbette. Küçük çizikleri falan olabiliyor. Ama biz bebekli ve kiracı bir aileyiz. Bebek büyürken zaten kısmen hasar görüyor eşyalar. Ne zaman taşınacağımız da belli değil. Temiz olduktan sonra bir takım ürünü ikinci el kullanmayı çok mantıklı buluyorum artık. Öyle şeyler düşüyor ki o sitelere, insan şaşırıyor! Akla hayale gelmeyecek semtlerden alış-satış yapan bir sürü insan var. Önceden hiç aklıma gelmezdi doğrusu:) Ama sıkı takiplemek lazım... Yurt dışında pek meşhur olan garage sale durumu aslında bir nevi. Başkasının işine yaramayan bir şey sizin açınızdan oldukça iş gören bir unsur olabiliyor, yada sizin gözden çıkardığınız bir ürün başkasının oldukça işine yarayabiliyor.
İhtiyaç sahiplerine verilebilecek bazı eşyalarımızı bu yazımda daha önceden de yazdığım üzere belediyeye teslim ettik. Aslında yolun başındayım henüz. Aklımda planım hazır. Bebeğim uyuduğunda vakit buldukça eşinmeye devam ediyorum evde:) Öyle şeyler çıkıyor ki sakladığım... Aayyy:) Mutfak olayına henüz vakıf değilim, onu sona bıraktım. Ama elime geçtikçe atıyorum bir sürü şeyi...

İşte böyle... Arınmaya, huzur bulmaya ihtiyacım varmış. Az tüketim, az eşya, doğal kaynakların az tüketimi ve az eşyanın getirdiği mutluluk. İşi azalıyor insanın. Evde enerji daha rahat geziyor. Dolabı açınca üzerinize devrilecekmiş gibi olmuyor. Gerçekten, arınmak güzel şey... İçinizdeki sıkıntının sebebi gereksiz eşyalarınız olabilir. Bence iç sesinizi bir dinleyin;)