28 Kasım 2014 Cuma

KEMİK İLİĞİ ÖRNEĞİ VERMEK ASLINDA ZOR DEĞİL

Sosyal medyanın en çok işe yaradığı konulardan biri; çaresizlik içinde doku, ilik, kan, vb. nakli bekleyen hastalara gönüllü vericilerin ulaşmasını kolaylaştırması.
Pek çok kişi sosyal mecralarda böyle mesajları gördüğünde paylaşarak daha çok kişiye ulaşmasını sağlıyor ve vicdani olarak görevini yerine getirmiş olduğunu düşünüyor.
Elbette bu duyarlılık oldukça sevindirici.

Ama yeterli mi???

Ülkemizde kemik iliği nakli bekleyen pek çok hasta var.
Fakat örnek veren gönüllü sayısı talebi karşılamaya yetmiyor.
İstatistiksel rakamlar verip sıkmak istemiyorum sizi...



Pek çoğumuzun çok meşakkatli olduğunu düşündüğümüz bir hususa dikkat çekmek istiyorum:

Kemik iliği örneği nasıl verilir?

Konu ile ilgili olarak İstanbul Tıp Fakültesi Kemik İliği Bankası çok güzel, kısa ve öz bir rehber hazırlamış.

Özet olarak;
 genel anestezi ile operasyon veya dikiş gerektirmeden leğen kemiğinden özel iğneler ile kemik iliğinin torbaya aktarılması

yada

kısa bir ilaç tedavisi sonrasında kan bağışı yapar gibi kemik iliği hücrelerini makine ile kandan toplanması

Buradan konu hakkında en temel soruların yanıtlarını okuyabilirsiniz.
Sadece bir buçuk sayfa, lütfen vakit ayırıp müsait olduğumuz zaman bir göz atalım.



Şu an hemen koşa koşa gidip ilik veremeyiz belki.
Ama bir farkındalık, bilinçaltına gönderilen olumlu mesajlar, kendimizi hazır hissettiğimizde yerine ulaşacak bir güzelliğe aracı olacaktır.
Allah vermesin, bir gün hepimiz bir bağışçı arıyor olabiliriz.
Rabbim tüm hastalara şifa, yakınlarına kolaylık versin.

* Fotoğraflar internetten alıntıdır.

26 Kasım 2014 Çarşamba

FIRINDA PATATES CİPSİ

Cipse ve patates kızartmasına bayılırım (sevmeyen var mı ki?:).
Fakat cipslerin sağlık için elle tutulur bir yanlarının olmaması, patates kızarmasının da mutfağı koku bulutuna çevirmesinden mütevellit her zaman iki arada bir derede kalmışımdır.

Çok süpersonik bir tarif değil aslında paylaşacağım. 
Amaç "yaptım, oldu, şimdiye kadar denemediyseniz siz de deneyin" mantığı.

Yapılışı gayet kolay.


Hazırlanışı

- Patatesleri güzelce yıkadım, kabuğunu soydum.
- Çok ince dilimler halinde kestim.
- Yağlı kağıt koyduğum fırın tepsisine patatesleri dizdim, yumurta fırçasıyla zeytinyağını patateslerin üstüne sürdüm, tuz serptim. Aynı işlemi patateslerin arka yüzüne de uyguladım.
- Önceden 170 derecede ısıttığım fırında pişirmeye bıraktım. Patatesler keyfime göre pişince fırını kapattım. 5-6 dakika fırında beklettim. Sanırım bu aşamada biraz kuruduğu için patatesler çıtır çıtır oldu;)  Pek de iyi oldu;)

Nasıl ve hangi koşullarda hazırlandığı bilinen, gönül rahatlığıyla tüketilecek bir cips oldu benim için.
Denemeye değer sanki, ne dersiniz?

20 Kasım 2014 Perşembe

BİR HİKAYE YAZIYORUZ (10 BLOG YAZARI-BİR HİKAYE)

Bir kaç hafta önce 1 delinin günlükleri blogunun sahibi Ayhan arkadaşımız güzel bir öneri sundu.

Dedi ki; bir hikaye yazalım, ama bu hikayeyi 10 blog yazarı, her hafta bir bölümünü yazmak suretiyle ortaya çıkarsın!

Nasıl öneri? :)

Eksik kalmamayım dedim ve ben de katılmak istediğimi söyledim.

Hikayenin 7. bölümü bana ait olacak.

Şu an hikaye yazılmaya başlandı.

Bu yazıyı her blog yazarımız bölümünü yayınladıktan sonra güncelleyerek ilgili bloga link vereceğim. 5. bölüm yayınlandığında, ilerleme raporumu yeni bir yazıyla aktarmayı planlıyorum.

Çünkü gün gelip başı sonu belli olmayan bir hikaye okumaya başlarsanız blogumda "neler oluyor bu kıza?" demeniz olası;)


Bir hikaye, 10 farklı kişinin elinden geçerek nasıl sonuçlanır merak ediyorum açıkçası:)

Başlangıç Yeşilçam Filmlerini anımsattı bana:)

Yorumlarınızla sizler de görüşlerinizi belirtirseniz -kendi adıma- mutluluk duyarım.

1. bölüm müptezel
2. bölüm 1 delinin günlükleri 
3. bölüm Dilek Eren
4. bölüm Mor Rimel
5. bölüm Sevdicann
6. bölüm Berkay Abalı
7. bölüm Beyza Aydın Başer
8. bölüm Her Şeyden Konuşmalı
9. bölüm Benim Tatlı Hikayem
10. bölüm Blog şu an davetli kullanıcılara açık

17 Kasım 2014 Pazartesi

TÜYAP KİTAP FUARI'NIN ETİNDEN, SÜTÜNDEN YARARLANMAK MÜMKÜN MÜ?

Her yıl olduğu gibi bu yıl da TÜYAP Kitap Fuarı gerçekleştirildi ve 33.sü düzenlendi.
Önceki yıllarda hep son günlerde (cumartesi yada pazar günleri) ziyaret ediyordum, bu sene açıldığı gün gitme fırsatım oldu.

Fuara toplu taşımayla gidiş genellikle bir çileye dönüşüyordu. Metrobüsle git, fuara giden otobüslere aktarma yap, kocaman fuar alanını dolan dolan, elinde bir sürü kitapla çık, metrobüse aktarma yapacak otobüse canhıraş bin (beklenen kuyruğun korkunçluğundan bahsetmiyorum hiç), metrobüsle tıkış tıkış bir yerlere ulaşmaya çalış.
Kitap Fuarı'nın özeti buydu benim açımdan.
Faydalı bir şeye erişebilmek için böylesine çırpınmak gerekiyordu yani.

Ama sanıyorum artık metrobüs hattının uzamasıyla bir nebze olsun rahatlama yaşanmıştır. Mıştır diyorum çünkü bu yıl bari sürünmeyelim diye kendi aracımızla gittik. Ha o da ayrı mesele, TÜYAP'ın kendine ait otoparklarda en düşük ücret 12 lira. Neyin nesi olduğunu bilmediğiniz otoparkların ücreti ise 5 lira. Tercih size kalmış...

Fuarın ilk günü (8 Kasım) sabah saatlerinde gezintimiz başladı. İlk saatler olmasına rağmen ziyaretçi sayısı fena değildi. Saatler ilerledikçe kalabalık arttı tabi.


Fuardan azami şekilde yararlanmak için, hangi kitabı alacağınızı ve hangi yayın evinden çıktığını bir yerlere not almakta büyük fayda var. Yoksa kocaman 3-4 salonu dolanmak hiç de öyle kolay olmuyor. İlk gittiğimde ben o hataya düşmüştüm, artık uyandım;) Fuarın giriş kısmında bulunan broşürlerden alıp, hangi yayın evinin hangi salon ve sergi alanında (stantta) olduğunu öğrenince amaca ulaşmak çok daha kolay oluyor, vakit de planlı biçimde kullanılıyor.

Bunun yanı sıra almayı planladığım kitapların internet fiyatlarını da araştırıp kıyaslama yapıyorum.
Vardığım sonuç; fiyatların internetteki değerlerinden pek de bir farkı yok. Fuar fiyatı dedikleri ücrete Cağaloğlu'ndaki kitapçılarda rastlamak olası. Yani bu anlamda Fuar'ın pek bir albenisi yok. Ama yine de hakkını yemeyelim, en büyük kolaylık, onlarca yayın evini bir arada bulabilmek.


Güncel yazarlar ve kitapların yanı sıra sahaflar bölümü de kesinlikle incelemeye değer. Eski kartpostallar, kitaplar, dergiler, plaklar, afişler... Başlangıçta diğer bölümleri gezdiğimiz için biz bu bölüme maalesef çok zaman ayıramadık çünkü adım atacak mecalimiz kalmamıştı. Dedik, bu kadar güzelliğin içinden eli boş dönmek olmazdı, Yenilik Dergisi'nin 1956 yılı mart sayısını aldık. Dergi buram buram nem ve tarih kokuyor;)


Ellerinde notlarıyla gelip, aradığı kitaba ulaşmaya çalışan ortaokul çağlarında öğrenci kardeşlerimizi görmek beni çok çok mutlu etti. Tabletle oynamaktan tabletle beslenmeye evrilecek kanaatini taşıdığım gençlerin bu hali beni biraz daha ümitvar olmam gerektiği kanısına sürükledi, ne yalan söyleyeyim şimdi;)


Fuarda öne çıkan, kitaplar ve imza günleri gibi görünse de azımsanamayacak sayıda söyleşi ve etkinlik de gerçekleştiriliyor. Bir kaç söyleşiyi gözüme kestirmiş olsam da maalesef katılma şansım olmadı. TÜYAP da İstanbul'un bir ucu sonuçta, ha deyince gidilmiyor ki:(

Netice itibariyle, fuarın -tabiri caizse- etinden, sütünden tam olarak faydalanabilmek için, çokça zaman ve enerji harcamak gerek.
Fuar merkezi çok uzak. Çok kalabalık (bu iyi bir şey aslında).
Ama ulaşım konusunda büyük sıkıntı olduğu için, kitaba meraklı olduğu için sevinmemiz gereken kitle, korkarak baktığımız bir güruha dönüşüyor.
Yeme-içme yerleri, tuvalet ve mescit gibi alanlar hınca hınç dolu oluyor.
Ve başlangıçta dediğim gibi, fuarın kendine ait otopark ücretleri çok yüksek. Diğer otoparklara da pek güvenemedik açıkçası...

Her şeye rağmen, istediğin kitaba dokunup karıştırmak, koklamak, aradığını bulmak güzel bir duygu.
Artarak çoğalmalarını diliyorum;)

11 Kasım 2014 Salı

SADE VE DERİN

Yazar: DEEP TONE
Yayınevi: İkinci Adam Yayınları


Blog yazarlarının pek çoğu okuyordur diye düşünüyorum bıcırık deeptone'yi.
Kitabı yayınlanalı aylar oldu, belki yakında ikinci kitabını çıkaracak;) ben ancak 3 gün önce kitabı edinip, 1 gün önce bitirebildim.

deeptone; yemeden içmeden ve uyumadan yaşayan, elinde bir  kitap, cep telefonu yada tablet bulundurarak hayatını idame ettiren bir kardeşimiz benim hayalimde:)

Yazdıklarını okuduğum ama şekil ve şemal olarak nasıl biri olduğunu bilmediğim hayali bir gerçeğin yazdıklarını okurken çok değişik şeyler hissettiğimi söylemeliyim.
Kitabı 33. TÜYAP Kitap Fuarı'ndan aldım cumartesi günü ve hemen okumaya başladım daha fuar alanından çıkmadan.
Eşimin bir 10 dakikalık yanımdan ayrılması gerekti, poşetleri karıştırdım ve hemen ayakta da olsa okumaya başladım.
Kitap bölüm bölüm ayrılmış, belirli ana başlıklar var. Ve onların altında da 1-1.5 sayfalık kısa ve öz, yada yazarın namına uyacak şekilde "sade ve derin" yazınlar mevcut.
Altını çizdiğim, yanına gülücük koyduğum (sevip beğendim anlamında bu gülüşken surat:), okuyup sonra "hımm, doğru bak şimdi bu" dediğim pek çok güzel cümle ve öbekleri sarıp sarmaladı beni.

Birkaç örnek;

... Tüketmek insanı yine aynı noktaya getiriyor. Yüzyıllar önce atalarımız tabletlere yazar çizermiş, yüzyıllar boyunca insanlar dünyanın en ileri teknoloji zirvelerine tırmandılar. Bugün yine tablete döndük...

.. Okumazsak sadece kendi yaşamımızı gerçek sanırız. Yazmazsak da gerçek olamayız, gerçekten sevemeyiz de...

.. Okuduktan sonra da, yazdıktan sonra da, yaşarken de dünyaya tekrar dönmek zor olmalı...

.. Sanırım önemli olan kendimizde ne olup bittiğini anlamak...

.. Cesur insanlar başkalarına eziyet çektirmez, cesur insan korkmaz. Bilir ki her şey geçicidir bu dünyada...

... Kendinden uzaklaşmadan başkasına nasıl yakınlaşırsın ki?..


Sen yine yaz deeptoneciğim, biz seni seviyoruz ve dahi okuyoruz.
Okuyacağız da:)

9 Kasım 2014 Pazar

OLUR OLUR FİLMİ: BARİ SİZ YAPMASAYDINIZ!

Sinema bilgisi engin denizleri andıran bir insan değilim.
Bunun yanı sıra; bir film yapmanın maddi, manevi pek çok zorlukları olacağını tahmin ettiğimden, sıkıcı yada eksikleri olan bir filme göstereceğim hoşgörü fazla olur.
Ve blogumda film eleştirisine şu ana kadar hiç yer vermedim.
Ama Güldür Güldür ekibinden oyuncuların da yer aldığı ve ön plana çıktığı Olur Olur Filmi özelinden yola çıkıp, ülke olarak komedi filmi ve beğenilerimiz hakkında bir kaç şey söylemezsem içimde kalacak.


Gideceğim filmi genellikle araştırır, izleyici yorumlarını okuyup öyle seçerim.
Fakat bu film için durum biraz farklı gelişti: Evliya Çelebi ve Ölümsüzlük Suyu isimli animasyon filmi izleme niyetiyle bilet almaya gittiğimizde, o gün için seansı olmadığını öğrendik.
Dedik, madem geldik buraya kadar, farklı bir şey izleyelim.
Güldür Güldür isimli komedi programında oynayan oyuncuların yer aldığı ve program esnasında da reklamını gördüğümüz Olur Olur filminde karar kıldık, kılmaz olaydık!

Filmin ilk gösterim günü olduğu için, haliyle internette de pek fazla yoruma rastlayamadık.
Ama televizyon programı fena değil, film de iyidir kanısıyla yola çıktığımız için maalesef -en azından benim için- çok büyük hayal kırıklığı oldu.
Filmin seviyesini şöyle örnekleyeyim; başlangıçtaki ilk 1-2 dakikanın içinde rastladığınız görüntü, spor lüks bir arabanın içinden inen el kadar şortuyla bir hatun kişisinin, arabadan inerken topuklu ayakkabısı ve bacağı yakın çekim planıyla gözünüze sokuluyor.
Allah'ım, ne kadar yaratıcı!
Haydi dedim, başlangıç böyle, sonrası daha iyi bir yerlere gider.
Nerdeee?
Özetle söyleyeyim; küfür, bel altı espriler ve cinsellikle kafayı bozmuş tiplerden ibaret bir "şey".
Sıkıntıdan patlasam da, pek mantıklı gelmese de ömrümde hiç bir filmi yarıda bırakıp çıkmadım.
Ama bunda dayanamadım!
İlk bölüm bitti (ki izleyicilerin içinde "yaa tam da en güzel yerinde ara verdiler" cümlesini duyduk, attık kendimizi dışarıya.

Ben samimi bir film beklentisiyle girdim "konu"sunu okuyunca. 
Ama iş tamamen bambaşka yönlere kaydı.
Ekranda her hafta komedi programı yapan, küfürsüz bir şekilde insanları güldürebilmeyi başaran insanların bu kadar ucuz bir yol seçmiş olması beni şaşırttı.
Gözümdeki kalitelerini de düşürdü.
Alper Kul senaristi sanırım filmin. Maalesef, çok ucuz bir yola başvurmuş.
Ha bazı yerlerdeki oyunculuklar, espriler güzeldi (küfür, benim için espriyle eş değer değil, onlar değil elbette kastettiğim). Onur Buldu, çok başarılıydı her zamanki gibi.
Ama genel itibariyle kolayı, ucuzu ve bayağı olanı seçmişler.
Olmuş mu?
OLMAMIŞ!

Bilhassa Recep İvedik serisiyle ülkemizdeki komedi kavramı pek çok kez konuşuldu.
Benim vardığım kanaat şu; insanlar utandıkları şeylerin bir kısmına, aynı zamanda gülüyor. Ve küfür-hakaret bizim insanımız için bir komedi unsuru.
Komedi anlamında, bence durumumuz vasat.

* Değerlendirmem filmin ilk bölümü için. Tümü için bir şey demem doğru değil, çünkü hepsini izlemedim. Ama ilerleyen bölümlerinde daha da azıttıklarını düşünüyorum fragmanı izleyince...

6 Kasım 2014 Perşembe

OBURİKS MANZARALAR

Yazmayı planladığım pek çok konu aklımda uçuşup dururken, enerjimi ve kafamı toparlayıp bir şeyler çıkarmak biraz zoruma gidiyor bu günlerde nedense.
Ama yasamizi blogunun sahibi Gamze Hanım, beni bu onulmaz dertten bir nebze kurtaracak olan iştah açıcı mimi bana pasladı ve sahalara yumuşak bir dönüş yapmama vesile oldu, teşekkürler kendisine.

Bir yerlere gezmeye gidince "yediğin içtiğin senin olsun, neler gördün?" diye sorarlar ya, bu sefer konumuz yemeler içmeler. :)

En sevdiğiniz yemek?

Çok sulu olmayan, orta kararda sarımsaklı yoğurtla lezzetlendirilip, üzerine salça ve nane ilave edilen mantıyı günün her saati yiyebilirim. 

En sevdiğiniz tatlı?

İsmini genellikle karıştırıp "çeyiz bohçası" dediğim, ama doğrusu "gelin bohçası" olan tatlı. Karaköy Gülluoğlu'ndaki favorimdir. İncecik açılan hamurun içine Antep fıstığı ve kaymak ilave edilip şerbetlenerek yapılıyor.

Bir de yeni keşfim trileçe. Balkan ülkelerinde yaygın olan sütlü-kekli bir tatlı (bu yazımda bahsetmiştim).

Siz çocukken anneniz?

Tereyağı, badem, ceviz, bal, fındık gibi şu an hepsini hatırlayamadığım bir sürü kalorili malzemeyi birleştirip bulamaç haline getiriyor, bununla da yetinmeyip sabah bir dilim ekmek üstüne bu bulamacı sürüp yememi sağlamak için elinden geleni önüne, ardına ve dahi yanına koymuyor, bizzat üzerimde deniyordu:)



Çocukken de şimdi de?

Patates cipsini hep sevdim! Ama şu an çooook azalttım. Kahrolsun aynı yağda 1538 kez patates kızartma yaygınlığı!

Yemeği sevdiğiniz ilginç şeyler?

Çok ilginç bir şey değil aslında ama hiç tüketmeyenlere biraz tuhaf gelebiliyor. Maraş tarhanasından cips yapmışlar, onu pek bir seviyorum. Mado'larda satılıyor yada aktarlarda. İçindeki kekik ve hafif mayhoş tadıyla hoş bir atıştırmalık.

Bunun dışında, sofrada limon varsa genellikle yemeği bitirdikten sonra kaşığımı dolduracak şekilde sıkar, üzerine tuz ilave eder ve çatalımla karıştırıp hop, uydur Mürsel! kıvraklığıyla bir hamlede yutarım.

Türk Mutfağı dışında?

Hamur işini sevdiğim için Balkanlar diyebilirim (börekti, mantıydı:) Yemeklerin kökenlerini pek de bilmem açıkçası ama makarnayı ve pizzayı sevdiğim için İtalyan mutfağını da sayabilirim sanırım.

Yemeyi sevdiğini sağlıksız şeyler?

Ailemin verdiği bilinçle bu konu hakkındaki hassasiyetim çok yüksek. Bu tür yiyeceklere fazla merakım yok. Ama illa ki say derseniz, Jelibon türü şekerler diyebilirim. Bir de salam, sosis gibi işlenmiş et ürünleri. Ve ketçap. Ama tüketim miktarım çok çok sınırlı.

En sevdiğiniz meyve?

Meyvelerle pek aram yok desem:-/ Bu çok kötü, farkındayım. Mor ve oldukça ermiş tatlı eriği çok severim. Bir de altın çilek diye bir meyve var, onu çok severim.


En sevdiğiniz atıştırmalık?

Maraş tarhanası cipsi, Eti Form'un karışık meyveli kepekli bisküvisi.


En sevdiğiniz içecek?

Su! Damacana gibi bir mideyle geziyorum çoğu kez:)
Şalgam suyu, şıra ve bozayı da çok seviyorum.

Sonsuz tane de olsa yiyeceğiniz şey?

İnsan doğasına aykırı;)

Çorbaların kralı?

Patates püresi kullanılarak pişirilen (toz ve hazır çorba değil yani) ve üstüne kaşar ilave edilen domates çorbası.
Ve yayla çorbası.
Ve tarhana çorbası.
Ve işkembe (tuzlama) çorbası.
Ve..... :)  (çorbaseverim:)


Kahvaltıda tercih ettiğiniz şeyler?

Bergama tulum peyniri, sucuklu yumurta, peynirli veya yumurtalı ekmek, bal ve kaymak ikilisi, dere otu ve maydanoz önceliği elinde bulunduruyor.

Açken ben?

Keyifsiz, yorgun ve üşengecim. Bir kuple sinirli de olabilirim;)

Bir keresinde yemek yerken?

Bebekken (sanırım 1 veya 1.5 yaşındayım) sofrayla fazla yakın temas kurup kocaman yoğurt kasesinin içine dalmış, yüzümü gözümü etrafı pek güzel batırmışım. Ve o an beni o ortamdan almak yerine biri beni o şekilde fotoğraflamış:) Muhtemelen babamdır, annemi cinnet haline yaklaştırmış olabilirim zira:) Hala durur o fotoğraf ve çok severim o kareyi.

Benden bu kadar.
elyapımı ve küçük hanımın güncesi blogları da yanıtlarsa mutlu olurum. 
Ama tercih onların tabi;)